31 Ağustos 2012 Cuma

Ezel - Seoul İnternational Drama Awards 2012




Biz burada koreli oppa diye çıldırırken meğer onlar da bizi anıyormuş. Onure oldum. Gurur duydum. Şeref duydum Efendim... :)

30 Ağustos 2012 Perşembe

Not Defterimden Seçmeler 1




Dans yatık bazı isteklerin ayakta ifadesidir. ( Bernard Shaw )

Her kural kendi isyancısını doğurur. ( Secromente Marcos )

Derler ki meşhur fizikçi Einstein bir toplantıda Şarlo'ya " Siz büyük bir adamsınız" demiş. "Herkes sizi anlıyor, herkes size hayran." Şarlo, " Siz daha büyüksünüz" diye itiraz etmiş. "Size herkes hiç anlamadığı halde hayran."  ^

Kadınlar zayıftır ama anneler kuvvetlidir.

Dünyadaki hiçbir şey... hiç bir ordu... zamanı gelen bir düşünceden daha güçlü olamaz. 
( Victor Hugo )

Gerçek erkek iki şey ister: tehlike ile kumar... O yüzden de en tehlikeli kumar olan kadını ister. 
( F. Nietzsche ) 

Hayat cinsel ilişki yoluyla bulaşan ölümcül bir hastalıktır. 

Bin rüyayı bir gecede gördüm sende!

Erkekler kaderin değil sadece kendi beyinlerinin mahkumudur.


Anathema - Parisienne Moonlight

Myrath - Under Siege



Bu şarkıyı dinleyince kendimi büyük bir çöl rüzgarının ortasında kumlarla dans ediyor gibi hissediyorum. :)

Clouds of dust are rising to the sky,
legion marching all over the place.
They omen doom, death and decay.
Run for your life now
if you want to survive.

War has come, bringing death,
lust and pain soiling our home.
Mourns and cries kindle hate,
taint our hearts, corrupt our souls.

My shattered people will be mended now.
I know that united we will fight,
brothers in arms free to the end.
Rise up and fight now
if you want to survive!

War has come, bringing death,
lust and pain soiling our home.
Mourns and cries kindle hate,
taint our hearts, corrupt our souls.
(x2)

War has come, bringing death,
lust and pain soiling our home.
Mourns and cries kindle hate,
taint our hearts, corrupt our souls.

Avicii - Levels ( Şu an ne dinliyorum ? )




Süper garip ötesi bir klip ve coşturan bir şarkı...


Oh, sometimes
I get a good feeling, yeah
Get a feeling that I never, never, never, never had before, no no
I get a good feeling, yeah

28 Ağustos 2012 Salı

Imany - You will Never Know

Shawn Colvin - You and The Mona Lisa ( 1997 )



Hold me down to anything 
Anything that you see 
I should walk away right now 
I'll be there so never mind 
I'll be the one to fall 
Waiting for you to look up at me 
Oh I love you the most 
Always giving up the ghost 
In your own private conversation 
You're a sweet mystery 
There is nothing in between 
You and the Mona Lisa 

Nothing in particular 
And everything in between 
This is what you mean to me 
Only you and only me 
Climbing in the right direction 
On the way to everything 

We were walking up high 
And no one thought to try 
But I was the one to blame 
And it was just a mirage 
So I hid in the garage 
'Til somebody called your name 

Oh I love you the most 
Always giving up the ghost 
In your own private conversation 
You're a sweet mystery 
And there's nothing in between 
You and the Mona Lisa 

Nothing in particular 
Just you and the Mona Lisa...

Coldplay - Warning Sign

Swans - Unkle Bob



Grey's Anatomy dizisinde bize harika anlar yaşatan müthiş bir parça...


by my side, you’ll never be.
by my side, you’ll never be.

couse i’m fake at the seams,
i’m lost in my dreams, and
and i want you to know,
that i can’t let you go.

and you’re never coming home again,
and you’re never coming home again.

by my side, you’ll never be.
by my side, you’ll never be.

i wanted to tell you i changed.
i wanted to tell you that things would be different this time.

i see you, you see me,
differently.
i see you, you see me,
differently.

you tell me that you love me but you never want to see me again.

RAC - 1979 ( ft. Liz Anjos )

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Paolo Conte - İl Treno Va ( Tren Gider )



Hepimizin bildiği 'Bir başkadır benim memleketim' şarkısının italyancası diyebileceğimiz 'Lasciatemi Cantare' şarkısının sahibi Toto Cotugno'dan ölümsüz bir eser daha... İl Treno Va ruhumuza hitap ediyor...  Ve tren gidiyor... Ne olursa olsun...kim ayrılırsa ayrılsın ve yol nereye ulaşırsa ulaşsın tren daima yoluna devam eder. Dönenler olabilir de olmayabilir de... Oysa tren daima gidecektir...

sözler ise şöyle:

cosi deserta la citta 
io non me la ricordo piu' 
guardando un film 
in bianco e nero davanti alla tv 
le corse dietro a quel pallone 
su quella strada di periferia 
e sogni sotto al ponte 
della ferrovia 

c'e sempre un treno che va...e va... 
quasi sempre verso il nord 
o dintorni 
il treno va...e va... 
e quasi sempre indietro non ritorni 

c'e un film di rocco alla tv 
dal meridione arriva su' 
quella valigia di cartone oggi non c'e piu' 
ognuno sceglie la stazione 
ma a volte sbagli la destinazione 
se perdi il treno giusto 
perdi il gusto della vita 

il mio treno va... e va... 
dentro al mio vagone pieno di sogni 
il mio treno va... e va... 
con le paure ed incertezze ed inganni 
para papa para paparapa ...ra papa...pa...pa 

la vita come il treno va... 
e un'altra estate ormai e gia qua 
da quella lunga galleria 
il treno spuntera' 
io sulla spiaggia sotto il sole 
ascolto una canzone di anni fa 
che dici il treno dei miei pensieri all'incontrario va 

il mio treno va...da te 
perche sei l'unica stazione per me 
il mio treno va...perche 
perche mi porta sempre a casa da te 
il mio treno va...da te 
che sei la cosa piu'importante che c'e 
il mio treno va...perche 
intanto scrivo una canzone per te... 

il mio treno va...da te 
che sei la cosa piu'importante che c'e 
il mio treno va...perche 
intanto scrivo una canzone per te...




12 Ağustos 2012 Pazar

Elvira Madigan




Ve trajik final sahnesi:




Una Furtiva Lagrima ( Kaçak Bir Gözyaşı )



Una Furtiva Lagrima...Kaçak bir gözyaşı... Donizetti'nin "l'elisir d'amore" (aşk iksiri) adlı operasının en sevilen ve en can alıcı aryası olarak karşımızda durmakta.



Konusuna gelirsek:


nemorino fakir fukara bir oğlandır, ama zengin ve kendisiyle ilgilenmeyen bir kıza sevdalanmıştır. çaresizlik içinde bir "aşk iksiri" alır, ama aldığı şey ucuz kırmızı şaraptan başka bir şey çıkmaz. Nemorino acınası bir şekilde yine de bunun işe yarayacağına inanmaktadır. işte birden zengin kızın ağladığını gördüğünde onun kendine aşık olduğuna, bu yüzden ağladığına inanır.



Sözleri: ( Pavarotti'den dinleyince daha bir güzel oluyor :) )

una furtiva lagrima
negli occhi suoi spunto:
quelle festosee giovani
invidiar sembro.
che piu cercando io vo?
m'ama, lo vedo.
un solo instante i palpiti
del suo bel cor sentir!
i miei sospir, confondere
per poco a' suoi sospir!
cielo, si puo morir!
di piu non chiedo.




sözlerinin ingilizce karşılığı aşağıdaki gibi:

a sullen and secretive tear
that started there in her eye...
those socialising bright young things
seemed to provoke its envy...
what more searching need i do?
she loves me, that i see.
for just one moment the beating
of her hot pulse could be felt!..
with her sighing confounding
momentarily my sighs!...
oh god, i shall expire;
i can't ask for more.


Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu



Çok sevdiğim bir yazardan harika bir kitap : 
Konu
“Dünyanın sonu insanın yüreğinin içinde gelir.”
‘‘Çektiğin acıyı ben de anlıyorum. Fakat bu herkesin başından geçiyor. O yüzden senin de katlanman gerek. Sonrasında kurtuluş geliyor. O zaman artık sen, hiçbir şeyi dert etmeyecek, üzülmeyeceksin. Hepsi kaybolup gider.
Geçici heveslerin hiçbir değeri yok. Burası dünyanın sonu. Dünya burada sona erer, ötesi yoktur. O yüzden sen de artık hiçbir yere gidemezsin.’’

Gölgesini kaybeden, kafataslarından eski rüyaları okuyan bir adam ve dünyanın sonu gelmeden önce yaşayacak sadece birkaç saati kalmış bir kahraman. Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu XXI.
Yüzyıl edebiyatına damgasını vuran, kült yazar Haruki Murakami’den bilimkurguyu masalsı bir dünyanın içinde var eden, Kafkaesk bir psikolojik gerilime göz kırpan bir roman.

Kitaptan bir kaç alıntı:

"Çektiğin acıyı ben de anlıyorum. Fakat bu herkesin başından geçiyor. O yüzden senin de katlanman gerek. Sonrasında kurtuluş geliyor. O zaman artık sen, hiçbir şeyi dert etmeyecek, üzülmeyeceksin. Hepsi kaybolup gider. Geçici heveslerin hiçbir değeri yok. Beni daha kötü konuşturma, gölgeyi unut. Burası dünyanın sonu. Dünya burada sona erer, ötesi yoktur. O yüzden sen de artık hiçbir yere gidemezsin.

"Önce yürek sorunu. Sen bana bu şehirde, savaş nefret ve ihtiras olmadığını söyledin. Ne güzel. Gücüm yerinde olsa alkış tutmak isterim. Fakat savaş, nefret ve ihtirasın olmaması demek, bunların zıddının da olmaması demektir. Bunların zıddı sevinç, mutluluk ve aşktır. Ancak ihtiras, yok oluş, üzüntü olursa sevinç var olabilir. Umutsuzluk olmadan, mutluluk hiçbir yerde var olamaz. Bu benim sözünü ettiğim doğa işte.

"Sesli sesli ağlamak istedim, ama ağlayamazdım. Gözyaşı akıtmak için fazlasıyla yaşlanmış, fazlasıyla deneyimlerden geçmiştim. Dünyada gözyaşı dökülemeyecek üzüntüler vardır işte. Bunu kimseye anlatamayacağınız gibi, anlatsanız bile hiç kimsenin anlayamayacağı türden şeylerdir. O üzüntü sürekli hiç değişmeden, rüzgarsız bir gecede yağan kar gibi sessizce yüreğinizde birikir durur."


Bu kitabı okuduktan sonra şunu söylemeden edemedim. Abi bu japonlar her şeyi mi iyi yapar?! Okuduğum ender güzellikteki kitaplardan biri desem abartmamış olurum. Meyvelerin kokusunu bile farklı bir alacaksınız. Dünyaya farklı bakacaksınız. Kitapta hiç bir karakterin isminin verilmeyişi de cabası...Okumadan ölmeyin. 

Yazar Hakkında: 

Haruki Murakami, 1949’da Kobe’de doğdu. Vaseda Üniversitesi’nde klasik drama eğitimi gördü. İlk romanı Kaze no oto vo kike, 1979’da yayımlandı. Ardından Gunzou Edebiyat Ödülü’nü aldı. Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu’yla (1985) Tanizaki Ödülü’ne, Yaban Koyununun İzinde’yle (1989) Amerika’dan Yeni Yazarlar Noma Edebiyat Ödülü’ne ve Zemberekkuşu’nun Güncesi’yle (2005) de Yomiuri Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Murakami’nin İmkânsızın Şarkısı (2004), Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında (2007) ve Sahilde Kafka (2009) adlı romanları da Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Japonya’nın en önemli ve popüler yazarlarından biri olan Murakami’nin eserleri kırkın üzerinde dile çevrildi.





9 Ağustos 2012 Perşembe

Penny Pinchers ( Cimri Aşıklar )

 

Bu hafta bayağı film izledim. Hepsi de birbirinden güzeldi. Ancak içlerinden yazmak istediğim en çok Penny Pinchers oldu. Diğer filmlere nazaran bu hafta ilerleterek izlemediğim tek filmdi, nasıl akıp gittiğini bilmediğim bir yapımla karşılaştım. 
Kendisini  Sungkyunkwan Scandal' da tanıdığım ve aşık olduğum Song Joong Ki'nin filmi de olunca saniye kaybetmeden geçtim ekranın başına. Çok tatlı, bebek yüzlü, şeytan tüylü ve daha nice buna benzer kelimeyle tanımlayacağımız bir koreli oppa şu Song Joong Ki. Yenilesi sevilesi bir şey. :)  Öyle ki dizisinde de filminde de aynı tip üzerine oturtulmuş. Çapkın, zeki, göz alıcı, tatlı mı tatlı, hafif şımarık, tembel, hayatı motorundan ve kızlardan ibaret olan bir gencimiz. Ama biz onu çok sevdik. :)

Bu da onun reklam çekimlerinden bir görüntü. 



Esas oğlanımızı tanıttık sıra esas kızımızda.

 

Mimiklerini ve hareketlerini çok sevdiğim Han Ye Seul karşınızda. Onu Myung Wol the Spy ile tanıdım. Orada bir ajan kızımızı canlandırıyordu. Esasen çok tatlı bir insan ve barbie bebek olarak anılmakta. Anlayacağınız Joong Ki'mize yakışmakta. 

Filmin Konusunu Yeppudaa'dan alıntıladım. İsterseniz o siteden online izleyebilirsiniz. 

Ji-Woong üniversite mezunu olmasına rağmen, annesini para istemek için arayan bir adam. İşsiz ve 5 aydır kirasını ödemediği küçük bir çatı katında yaşamını sürdürmekte. Aynı zamanda da bir çapkın. Kadınların dikkatini çektiği sürece söylediği yalanlarsa umrunda değil. 

Hong Sil ise biraz garip. Hiç arkadaşı yok ve hayatını oradan buradan para kazanmaya adamış adeta. Cam şişeleri biriktirip geri dönüşüm için p arasını alan, kafelere gittiğinde avuç dolusu şeker alan bir kişilik. Aynı zamanda da Ji Woong'un komşusu. 

Konu para kazanmaya geldiğinde ikilinin yolları kesişecek ve maceramız başlayacak. 
filmde Song Joong Ki'yi görmek ve onun tatlı mimiklerini izlemek beni çok mutlu etti. Siz de şeker gibi bir koreli oppa izlemek istiyorsanız. Film tavsiye...

Bu da fragman: 

  

Eternal Sunshine of the Spotless Mind Theme ( Sil Baştan - Jim Carrey )


Nouvelle Vague - Manner of Speaking



Bu hafta gördüğünüz gibi tamamen Nouvelle Vague takılıyorum. Manner of speaking sizlerle...

Nouvelle Vague - Dance with me




Nouvelle Vague - This is not a Love song

A Time For Us - Romeo and Juliet ( 1968 )


1968 yapımlı Romeo and Juliet filminin efsanevi şarkısı ...

  

The Smiths - Please Please Please Let me



                       

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Dahiler Geçidi : Dizi endüstrisinin yeni trendi

             Bugüne kadar izlediklerim arasında en sevdiklerim daima zeki ve karizmatik karakterlerin yer aldığı, senaristlerin zekasıyla dehşete düştüğüm diziler olmuştur. Ben televizyonu sevmeyen bir dizikolik olarak ağzım bir karış açık sırıtarak izlediğim, soluk soluğa, başrol oyuncusu benmişim gibi içine çekildiğim tüm o dizilerin her bölümünü ve repliklerini Allah'ın emriymiş gibi ezbere bilirdim. Öyle ki diziyi bitirince bilgisayarımı alır ilk sezondan tekrar annemle birlikte izlerim. Tabi annem kızmadan edemezdi.
--"Derslerini böyle ezberleseydin şimdiye bir profesör olmuştun." der.
         Ben de cevap vermekten geri duramazdım.
--"Annecim bak doktorcum House sayesinde bilmediğim bütün ender hastalıkları ve tedavi yollarını öğreniyorum. Can dedektif Sherlock Holmes sayesinde ayrıntıları keşfetmeyi ve olayın bütününe bakmayı öğreniyorum. Tatlı gülüşüyle Patrick Jane sayesinde insan psikolojisini ve hafızanın gizemlerini keşfetmeyi öğreniyorum. Ve en önemlisi ailemizin kasabı Dexter'im sayesinde öldüreğim insanı nasıl saklayacağımı öğreniyorum. :) "

Şimdi gelelim bu harika insanlara ve dizilere:




Öncelikle en sevdiğim dizim Dexter ile başlayayım. Dexter tam bir inek ve işkolik, sevgi dolu bir baba, ilgili bir kardeş, sadık arkadaş... Herkesin gözünde iyi bir yere sahip olan, insanların saygı duyduğu, zeki bir iş arkadaşı, ideal eş... Gözü yüksekte olmayan, kimsenin rakip olarak görmeyeceği, fazla konuşmayan laboratuvar ineği...
    Herşey bunlardan ibaret olsa olayın hiç bir heyecanı kalmazdı değil mi? Ama Dexter yalnız kaldığında bizi ruh dünyasının ve zekasının içine çekiyor.

Dexter Morgan gündüzleri Miami Metro Polis Departmanı'nda kan sıçrama örnekleri analizcisi olarak çalışan, geceleri ise insanı zekasıyla dehşete düşüren, kendi karanlığına bizi de davet eden, iyilerin dostu kötülerin kahramanı, kana susamış bir seri katil. :) 
Başrol oyuncumuz Michael C. Hall'un kendiymişçesine oynadığı Dexter karakteriyle hayatınızın en zevkli seri katil rolüne bürünüyorsunuz. Dexter her bölümde kendi karanlığıyla yaptığı konuşmaya bizi de davet ediyor. Dark Passenger ( Karanlık Yolcu )... Dexter kendi ruh dünyasına bu şekilde sesleniyor. Etrafta seyircilerden başka kimsenin olmadığı, Dexter'in karanlık yolcusunu rahatça davet ettiği ve daima öldürecek yeni bir kötü bulduğu o anda siz kendiniz olmaktan çıkıyor, 50 dakikalığına sadece kendiniz ve Dexter'in olduğu ve karanlığın sürdüğü o trenin bir yolcusu da siz oluyorsunuz. Benim diziden en çok keyif anlar Dexter'in küçümsendiği anlar. Çünkü Dexter zevkle rakibinin bu hatasını ona ödetiyor ve ön yargılarının cezasını çektiriyor. Ben de kıs kıs gülüyorum. "Bunu kesinlikle hak etmiştin." diye...




Bir diğer dizimiz yayın hayatını başarıyla tamamlamış House. Dr. Gregory House'un çoğu zaman komik bazen de üzücü maceraları... Everybody Lies ( Herkes yalan söyler. ) ifadesi doktorumuzun hayat şifresini oluşturmakta...
 Kibirli, egoist, daima kendi aklına göre hareket eden, asistanlarının hayatında hem nimet hem lanet olan sevimli dahi doktorumuz insanoğluna güvenmeyen bir hamurla yaratılmış. Herkes yalan söyler diyor kendileri... Herkes, eşin, dostun, akraban... Ancak insan vücudu yalan söylemez! Sen ne kadar inkar etmeye çalışsan da vücudun gerçeği bir şekilde kamuoyuna açıklayacaktır.

Bizim doktorumuz öyle her doktora benzemez. Her hastayı kabul etmez. House gelen daima çözülememiş, tanısı konmamış hastalıklardır. House bunlardan bir bulmaca çözercesine zevk alır. Her yaraya merhem olan doktorumuzun, kendi derdine çaresi yoktur. Berber kendi söküğünü dikemez derler ya House da bacağının acısıyla tüm gün bir bastonla gezinir durur.
 İnsanları iğnelemekten, onlarla alay etmekten apayrı bir zevk alan House'u kimse sevmemektedir. Ancak herkes ona hayrandır. En yakın ve tek arkadaşı olan Wilson bile onu 'götün teki' olarak tanımlar. Öyle ki bazen House kendi oyuncağından sıkılıp arkadaşınınkine saldıran bir çocuğa benzer. Kendi hastalarını iyileştirdiği gibi Wilson'unkileri de çözmekten sinsice bir zevk duyar. Herkes House'tan bu kadar nefret ederken nedense seyirci ona bayılmıştır.
Hastane dizilerinden nefret eden, Doktorlar'ın bir tek bölümüne bile katlanamayan ben, House'u izlerken sırıtmadan duramıyorum. Dizinin çoğu bölümünde Sherlock Holmes'a atıfta bulunulmuş, House bir nevi günümüzün Holmes'u olarak düşünülmüştür. Ve öyle bir oyunculuk çıkarmıştır ki House karakterini canlandıran Hugh Laurie iki kez altın küre ödülü sahibi  olmuştur. Ve dizi sekiz sezonun ardından biterken Everybody Lies diye başlayan dizi Everybody Dies diye biter. Bize de bu harika diziyi yazmak düşer... :)

Akıl Oyunları başlasın... Bu diziye nasıl başladığımı söyleyeyim size. Herşey bu tatlı sarışın Simon Baker'in harika gülüşünü görmemle başladı. Pişman mıyım? Asla! Dizinin konusuna gelirsek...
Patrick Jane çok zeki bir akıl oyunları uzmanıdır. Hayatını insanları dolandırarak, medyumluk yaparak kazanmaktadır. Size kendiniz hakkında sizin bile bilmediğiniz şeyleri söyler. Peki Patrick Jane'e vahiy mi iniyor ki biliyor? diye soracak olursanız... Patrick Jane zekası ortalamanın üstünde, insanların davranışlarından ve konuşmalarından kişilik analizi yapabilecek kadar zeki bir arkadaşımız. Her yakışıklı erkeğe olduğu gibi o da kapılmış ve bir çocuk babası olmuştur.

Lakin kaderin bir cilvesi olacak bu zekayla ve başarılı iş hayatıyla sevgili medyum amcamızın gururu göklerdedir. Hal böyle olunca hayat da ona " Böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var." demiş sillesini geçirmiştir. Red John diye anılan seri katile kameraların önünde kafa tutunca, kızı ve karısı kanlar içinde ölü bulunmuştur.
Adamımız kederiyle yana dursun CBI ( California Araştırma Bürosu ) dedektifi Lisbon adamın zekasından faydalanmaya karar verir. Onu danışman olarak işe alır. Ve sevgili danışmanımız Jane de yaptığı akıl oyunları ile davaları birer birer çözer. Dizinin reytingleri iyi gidiyor. Pek popüler olmasa da 4 sezondur Patrick'in tatlı gülüşüyle günümü aydınlatıyorum. :)

Sıradaki dizimiz Sherlock... Adından da anlaşılacağı üzere Sherlock Holmes bu diziyle kapılarını günümüze açıyor. Bir ingiliz dizisi olan bu yapıttan pek haz etmesem de dizi kendini izlettiriyor. Ama şimdi siz de bir düşünün yani... Bir yanda seksi oyuncumuz Robert Downey Jr ve Jude Law var. Diğer yanda tipini hiç beğenmediğim Benedict Cumberbatch ve Yüzüklerin Efendisi'nden Bilbo Baggins olarak hatırladığım Martin Freemon var. Dr. Watson rolündeki Martin Freemon'u, Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi'nden de tanımışlığım var. Severim kendilerini. Ancak laf Benedict Cumberbatch'a geldi mi işler değişiyor. Bir defa adamın tipi çok itici. Sert yüz hatları sorun olmaz da o saçlar! Allah'ım! Dizi her ne kadar başarılı olsa da şu tipi gördükten sonra insanın izleyesi gelmiyor. Ama hakikaten güzel dizi. İzleyin derim. Sherlock Holmes'un cep telefonu, kredi kartları olan versiyonu insanın ilgisini çekiyor. Ama Jude Law varken kim Martin Freemon'u izler ki... ;)


Bu da sevdiğimiz Sherlock Holmes. :D

Bu da farklı bir zeka polisiye dizisi. Yeni başladı. Pilot bölümü başarılıydı. İnsanı şaşırtması yönünden iyiydi. Dr. Daniel Pierce'in diğer karakterlerimizden farkı pek fazla değil ancak çok belirgin. Bu beş dizimizde de ana karakterlerin tümü deliydi. Yani dahilikle delilik arasındaki o ince çizgide gidip geliyorlardı. Ancak biz hiç onların kafayı yediğini düşünmemiştik. Dexter da House da halisinasyon görüyordu. Dexter ölmüş babasını, House asistanını... Ancak bu davranışlar dış ortama hiç yansımıyordu. Kimse Dexter da herhangi bir anormallik  görmemişti. Ya da House deli gibi ortada koşmamıştı. Ancak Daniel Pierce tam bir şizofren. Gördüğü hayallerin gerçek olup olmadığını anlayamıyor. Ve bayağı korkak. Üniversitede ders veren Pierce, halüsinasyonlarının gerçek olup olmadığını söylemesi için kendine bir asistan bile tutmuş. Dizi güzel gitse de adamın korkak olması beni biraz soğuttu. Böyle biraz atılgan olsa daha tatlı olurdu. :)

Dexter'in Günlük Rutiniyle kapanışı yapalım. 


1 Ağustos 2012 Çarşamba

Brazzaville - Bosphorus ( Boğaz'ın Hikayesi )

             


Şarkının Hikayesi:

Hikaye şöyledir efendim: Brazzaville İstanbul'daki ilk konserleri için gelmişlerdir, Özgecan Tapa ve David Brown tanışmışlardır. Özgecan'ın Almanya'ya okumaya gideceğini öğrenen David ''bir daha geri dönmezsin herhalde'' demiş.
Özgecan da, Boğaziçi ile nişanlı olduğunu söylemiş, çünkü yıllar önce bir boğaz seferi sırasında nereye giderse gitsin sonunda hep İstanbul'a geri dönme dileğiyle yüzüğünü boğaz'ın sularına attığını ve boğaziçi ile böylece nişanlanmış olduğunu söylemiş.
David de bunun üzerine hikayeyi şarkı haline getirip, Özgecandan klipte oynama sözü almıştır.

not: alkışlarla yaşıyorum'dan alıntılanmıştır.


Sözleri: 

She was married to the Bosphorus
She threw her ring in then she blew a kiss
To the Ottomans and Byzantines
Lying beneath the sea

She wore a pink and yellow summer dress
She kept her hair just like a poetess
She traveled all the way to Germany
The trains and the cold, dark sea

The amber glow of a morning cigarette
On the Istiklal Cadessi
The vapor trails and the tiny minerettes
All the domes in silhouette

Ahhhhh Ahhhh Ahhhh…



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...