31 Temmuz 2013 Çarşamba

Serge Reggiani - T'as I'air d'une chanson ( ma femme - kadınım )




Önce Serge ( 1973 ), sonra Tanju Okan .... en sonunda Teoman.
Bana ulaşmak için çok uzun bir yol kat etmişsin güzel parça. Şeref duydum.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Guguk Kuşu ( One Flew Over the Cuckoo's Nest )


Bu yazıyı yazmak için, bu muhteşem filmi anlatmak için çok uzun bir süre bekledim. Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bulana kadar bekledim. Guguk Kuşu her ademoğlunun izlemesi gereken 1975 yapımlı bir film. Kitap uyarlaması olmasına rağmen barındırdığı yoğun hissiyatları sinemaya çok iyi aktarmış. Bunun için yönetmen Milos Forman'a ne kadar teşekkür etsek az. Ve Jack Nicholson... Bu adam var ya bu adam... Adam gibi adam... Yaptığı işe oyunculuk demek kalitesine hakarettir. Bu adam rolünü yaşar, bir külçe altın değerindeki hayatları önümüze sunar. Yakışıklılığı, karizması ve tarzı ile keşke dünyaya bir kez daha gelse dediğim insan. Daha ölmedi ama gençliğini özlüyoruz işte. Bazı insanlar dünyaya imzalarını o kadar derin atıyorlar ki asırlık rüzgarlar bile onu süpürüp silmeye yetmiyor. 


Filmin efsanevi müziği:

                              



One Flew Over The Cuckoo's Nest... Anlamı Guguk Kuşu'nun yuvasının üstünden biri uçtu. Kastettiği şey ise Deliler Diyarından Biri Geçti. Argoda Guguk Kuşu deli anlamına geldiğinden güzel bir başlık olmuş. Daha derine inersek eğer şöyle bir şey de var. Guguk Kuşları kuşlar familyasının en şefkat duygusundan yoksun kuşlarıdır. Anne guguk kuşu yavrusunu doğurduktan sonra onu diğer kuş türlerinin birine, yumurtaların arasına gizlice koyar. Yavru kuş büyüdüğünde ev sahibi yavruları öldürür ve yuvadan kaçar. Düzen böyle sürüp gider. Bu çok yerinde bir ironidir. Ken Kesey yazarlığını hakkıyla ortaya koymuştur. 


Filme baktığımızda guguk kuşu Mcmurphy ( Jack Nicholson ), kavga ve bir kaç sarkıntılık nedeniyle hapse düşen özgür ruhlu mahkumumuz , daha fazla içeride kalmak istemez. Kendini deli gibi göstererek geri kalan mahkumiyetini daha rahat bir yerde geçirmek ister. Eyalet Akıl Hastanesi bunun için idealdir. Bir kaç ay kalıp çıkacağını düşünürken hastanenin sıkıcı rutinine dayanamaz ve hem biraz eğlenmek hem de bu kaçıkları sevindirmek için Hemşire Ratched'e meydan okur.


Bu arada filmin başından beri sessiz ve hareketsiz bir hasta olarak Mcmurphy'nin dikkatini çeken hastamız Şef vardır. Sadece durarak hayatını sürdüren Şef'i tekrar harekete geçirmek isteyen Mcmurphy onunla konuşur, maç yapar, oynar anlayacağınız onu hayatın içine çeker.  Hemşire ile Mcmurphy arasındaki çekişme gerilimi arttırırken hastalar için Mcmurphy özgürlük anıtı haline gelmiştir. Gelin görün ki ilerleyen dakikalarda aslında hastaların kendi özgür iradeleriyle orada kalmak istedikleri öğrenilir. Yani özgürlüklerini kendi elleriyle feda etmişlerdir. Bu Mcmurphy'i çıldırtır. Onları kaçırır. Balık tutturur. Dünya kupası maçlarını izletir ama bu aptal hastalar hala özgürlük denen şeyi kabul etmemektedir. En sonunda dayanamaz ve bir kaçış planı yapar. İki kız ve bir kaç birayı hastaneye sokarak güvenlik görevlisini oyalar. Hastalar mest olmuş haldedir. Parti sabaha kadar sürer. Bu arada genç ve utangaç bir hastayı da kızlardan biriyle odaya kapatırlar. Bu utangaç hastamız için aslında en uygun tedavidir. 


Bu arada sabah olur. Herkes sızmış haldedir. Jack de kaçmaya fırsat bulamamıştır. Hemşire Ratched gelip onları bu halde gördüğünde işler çığırından çıkar. Utangaç hastamızı annesine şikayet etmekle tehdit edince o da kendini öldürür. Mcmurphy böyle bir zalimliğe dayanamaz ve Hemşire Ratced'in boğazına yapışır. Öldürmeyi başaramadan nöbetçiler onu yakalar. Şef ona yardım etmeye çalışır ama başaramaz. İkisi birlikte hastanenin özel koğuşlarından birine yerleştirilir. O sırada Mcmurphy Şef'in aslında gayet aklı başında biri olduğunu insanlara dayanamadığından deli numarası yaptığını öğrenir. 



Guguk Kuşu'muzun özgürlüğünü çekip almak için onu zorla kapatırlar. Mcmurphy'nin beynine elektrik verilip tüm hayati fonksiyonları öldürülür.


 Şef buna dayanamaz. Mcmurphy'nin böyle bitki gibi yaşamaktansa ölmeyi yeğleyeceğini bildiğinden bir yastıkla onu boğar. Ve hastaneden kaçar.  





 Film aslında normal birinin nasıl delirtileceğine güzel değinmiş. Konu desen o kadar çok yaraya parmak basıyor ki hangi birini seçsen tam olmuyor. Mcmurphy'nin içindeki anarşi duygularıyla, maymunlar toplumunu hayata çekmeye çalışmasıyla film tam bir başyapıt. Düzene karşı çıkıp otoriteyi yıkmak insanlığı şahlandırmak isterken özgürlüğünü kaybeden bir adamın hikayesi. Acıklı bir son. İnsanda isyan etme, çığlık atma hisleri dolup taşıyor. Düzen her zaman iyi bir şey değildir. Bunu da kanıtlıyor. Oyuncuların hepsi mükemmel. Deli rolü yapmak mı sanki hastaneden kopup gelmişler. Ve Hemşire Ratched... O soğuk yüzüyle otoritenin canlı bir timsali. 7 dalda aday 5 dalda Oscar ödüllü harika bir film Guguk Kuşu...



replikler.net'ten alıntılar aşağıda, buyrun:



  • Yolumdan çekil oğlum , benim oksijenimi kullanıyorsun.
  • Doktor: Son kez hapse girdiğinde ;15 yaşındaki bir kıza tecavüz etmekten girdiğin doğru mu?
  • Randle Patrick McMurphy: Kesinlikle doğru ama doktor 15 yaşında olmasına rağmen 35′inde gibi duruyordu ve bana 19′unda olduğunu söyledi ve bu iş için çok istekli olduğunu söyledi aslında bakın kızı görseydiniz kesinlikle 15 yaşında demezdiniz .Bence bakın bunun delilikle bir ilgisi yok, benim yerimde kim olsa bunu yapardı. Hiç bir canlı erkek bunu reddedemezdi. Bu yüzden hapse girdim ve şimdi de bana kahrolası bir sebze gibi davranmadığım için deli olduğumu söylüyorlar, bu benim umrumda bile değil eğer delilik buysa evet ben deliyim ama beni değiştirebileceklerini sanıyorlarsa gerçekten çok aldanıyorlar hepsi bu.
  • But I tried, didn’t I? Goddamnit, at least I did that. “ (McMurphy)
  • ” Denedim, değil mi ?. Goddamnit, en azından denedim. “
  • ” Hepiniz deli misiniz? “
  • Çok iyi sakiz çiğnerim.
Gelin bu harika filmi bir de beraber izleyelim.

23 Temmuz 2013 Salı

Kitaplardaki Melek Takıntısı ve Kitap Klişeleri

Bu yazı şu şarkı eşliğinde yazıldı: Sweater Weather - The Neighbourhood



   Melek nedir? Önce bunu anlamak için TDK sözlüğe girdim ve aşağıdaki tanımı buldum.


melek

  1. Tanrı ile insan arasında aracılık yaptığına ve nurdan olduğuna inanılan manevî varlık.
  2. Terbiyeli, uysal (kimse).

Bakalım doğru anlamış mıyım? Melek manevi bir varlık. İyiliği ve güzelliği temsil ediyor değil mi? Bu konuda dünyadaki 6 milyar insanla hemfikiriz. Ayrı ayrı dinlere göz atalım. 

İslamiyette melekler nurdan yaratılmış olup Allah'ın hizmetindedir. Hiçbir şekilde iradeleri yoktur. Yeme içme gibi zayıflıkları yoktur. Her maddenin ve olayın ona özel meleği olabilir. Örneğin Ölüm meleği Azrail, Vahiy meleği Cebrail, Doğa meleği Mikail ve sura üfleyecek melek İsrafil gibi. Siyer kaynaklarından Taif halkı tarafından zulme uğrayan Peygamberimizin, Allah'ın göndermiş olduğu Dağlar meleğini geri çevirdiğinin biliyoruz. Geri çevirdi çünkü melek ona istemesiyle dağları Taif halkının üzerine yıkabileceğini söylemişti. Rahmet Peygamberi ise yaratılışındaki güzellikle ellerini Rabbine açıp Taif'e imanı tam bir kavmin gelmesi duasında bulundu. Ayrıca islam dininde her yağmur tanesinin bir melek tarafından taşındığı inanışı yer alır. Öyle ki kıyamete kadar aynı melek ikinci defa inmez. Sonuç olarak meleklerin cinsiyeti yoktur ve sadece emirleri yerine getiren manevi yaratıklardır.

                         

Musevilik'de İbranice'si Mal'akh olan melek, Tanrı tarafından belirli bir görevi yerine getirmek amacıyla yaratılan, günahsız yaratıklardır.
Museviliğe göre meleklerin cinsiyeti olmaz ve yemek içmek gibi ihtiyaçları da yoktur ancak, görevleri icabı insan kılığına büründüklerinde bir cinsiyete sahip gibi görünebilirler ve bu durumdayken yiyip içebilirler.
Melekler doğrudan Tanrı'nın direktiflerine göre hareket ederler ve inisiyatif kullanamazlar. Musevilikte başlıca büyük melekler şunlardır.
MichaelGabrielRafaelUriel ve Ölüm meleği (Azrail) olan Malah Hamavet.

Hristiyanlıkta ise meleklerin cinsiyeti hala tartışılıyor. O nedenle burada onlardan bahsetmeyeceğim.


Gelelim kitaplara. Yıl olmuş 2013. Ne yana baksam meleklerle ilgili fantastik kitaplar. Konu genellikle Hristiyanlıktaki düşmüş meleklere diğer adıyla kara meleklere bağlanılıyor. Kitaplar o kadar cinsellik kokuyor ki melek kavramı anlamını yitiriyor. Anlayamıyorum. Eğer cinsel içerikli bir kitap yazmak istiyorsanız Vampirler ne güne duruyor. Kabil'in çocukları vampirler kan ve seks açlıklarıyla yazmaya ne kadar da uygunlar. Neden kullanıyorsunuz melekleri? Ne gereği var? Hadi biri ikisi yaptı diyelim ama şu an 50'den fazla kitapta düşmüş melek konusu var. Hatırlarsanız lise edebiyatında yazarlara ve kitaplara baktığımızda en büyük sıkıntının özgünlük olduğunu görürdük. Yazarlar başka bir yazarı kopyalamaktan o derece korkarlardı ki Yahya Kemal "serin selviler" şiirinde serin sözcüğünü bulana kadar 20 yıl beklemişti. Ne bu kopya hevesi? Hiç mi özgünlük olmaz be arkadaş! Her kitapta bir melek hevesi almış başını gidiyor. Bazen kuşkulanıyorum. Acaba bu bir çeşit plan mı? Komplo mu var bu işin içinde? Acaba melekleri cinsellik objesi olarak göstererek maneviyatlarını yıkmaya mı çalışıyorlar? Olur mu olur. Biz ne oyunlar gördük değil mi? 
Aşağıya inelim melekler ile ilgili çıkan o yığınlarca kitaptan bir kısmına göz atalım.
Bunlar sadece Türkçeye çevrilmiş olanlar. Her kapaktan cinsellik ve salt seks akıyor. Seksi kullanmalarını anlıyorum. Globalleşen dünyada seks kaliteden daha çok ilgi çeker. Araba reklamı yaparsınız ekranda güzel ve çekici bir kız vardır. Dondurma reklamı yaparsınız parmaklarını yalayan hanım ablamız belirir. Sadece iç çamaşırı reklamlarındaki cinselliği anlıyorum. Dikkatimi çeken bir diğer şey de eskiden sadece seksi bayanlar kullanılıyorken şimdi erkekler de vitrinlerde boy gösteriyor. Baklavaları ve adonisleriyle erkekler. Eee devir değişti. Dünyayı artık sadece para değil kadınlar da yönetiyor. Örneğin biscolata reklamlarını ele alalım. Çok da eski olmayan zamanlarda dudağının kenarındaki çikolata parçasıyla şirinlik yapan bayanlarımızın yerini artık çikolata yiyen kaslı erkeler almış. Ne günler ama...
Evet. Seksi anlıyorum. Ama bunu kutsal bir varlığa yakıştırmalarını hoş göremiyorum. Hangi din olursa olsun. Melekler el değmemiş olmalıydı. Birileri buna bir dur demeliydi. Alın vampirlerinizi tepe tepe kullanın. Bırakın melekler bize kalsın. Ama her şey değişti değil mi?Ya da ben çok gerilerden geliyorum. Bari biri ikisi neyse özgünlükte yok bu saçma yazarlarda. Piyasada melek kitaplarıyla kaynıyorken sırf popülaritesini artırmak ve bestseller listelerinde kalmak için yazıyorlar. Bunların anlayışı ne "Sanat toplum için" ne de "Sanat sanat için". Bunlar sadece yazmak için yazıyorlar. Bir de kendilerine yazar diyorlar. Sanatın s'si yok o kitaplarda. Ayıp. İsyanlardayım uleyn!!! Dokunmayın kitaplarıma o pis ellerinizle. Kirletilmişsiniz hepiniz. Kitaplar kadar değerli bir şeyi kalitesizliğinizle kirletiyorsunuz. Azıcık özgün olun. Yalvarıyorum.















21 Temmuz 2013 Pazar

19. Yüzyılda İngiltere Giyimi ve Kitap Klişeleri



     Bugün elime 19. yüzyıl İngiltere'sini anlatan tarihi bir aşk romanını almış okuyorken aklıma bir soru takıldı. Giysiler... Şu bizim asil Lord ve Leydilerimiz durmadan öpüşüp koklaşıyor iken giysilerinin ne durumda olduklarını merak ettim. Kadın aklı işte. Millet balolarda, balkonlarda öpüşüyor sen giysilerinin kırışıp kırışmadığını merak ediyorsun. Pes doğrusu! Tabi filmlerden, kitap kapaklarından giysilere aşinalığımız var ama hiç kullanışlı gözükmediler  bana. Önce bakalım bu giysiler nasılmış?


Kadın modasının müthiş olduğunu söyleyebilirim. Jartiyer, geniş etekler, derin dekolteler, pileler, tüyler, tüller vs...  Ancak gelin görün ki o kadar çok elbise var ki işin içinde zavallı kadının bunları nasıl taşıdığını düşünmeden edemiyorsunuz. İç etekliği giyiyor, korsesini nefes alamayacak hale gelene kadar sıkıyor. Üstüne gömleğini ve eteği geniş tutması için tarlatan geçiriyor. Sonrasında  ağır tüylü elbiseleri de işin içine katınca acımadan edemiyorum. Düşününce bile insan daralıyor. Tabi lordlarımızın tüm o giysilere rağmen leydiyi baştan çıkarması esas merak konusu. Bir defa eteği kaldırdığını kitaplardan okuyoruz. Peki tarlatan. Yani eteği kabarık tutmaya yarayan o şey. Onu ne yapacak? Hadi onu da kaldırmayı başardı diyelim. Kadına nasıl ulaşacak? Hadi yaptı. Eteği halletti. Kadını hem öpmek hem de ona dokunmak için tarlatanı aşmaya yarayan iki metrelik kollara ihtiyacı yok mu? 
Tarihi aşk romanımız o tutku dolu sahneleri bize derinlemesine anlatıyor. Ama balo köşelerinde balkona kaçıp aşk yaşayan asillerimizin o kılıkta tekrar nasıl baloya geri döndükleri merak konusu. Yani giyinmek için saatlerce aynanın önünde duran ve en az üç tane oda hizmetçisine sahip olan bu kadınlar sırf soyunmak için bile hizmetçilerini kullanırken saçı başı dağılmış halde milletin karşısına nasıl çıkıyorlar? Abartmıyorum. İngiltere sosyetesi bu. Elbisen iyi değilse sosyeteye giremezsin. İyi dans etmen, Piyano çalman, porselen bebekmişçesine kırılgan olman gerekiyor. Zekan sıfır olmalı. Yoksa evde kalırsın. 23 yaşından büyüksen evde kalmışsın demektir. Kontları, Lordları kırmayacaksın isterlerse yataklarında hazır bulunacaksın. Senin görevin bu. Boş zamanlarını saçma dedikodular yaparak geçireceksin ama sana politikadan, savaştan bahsettiler mi bön bön bakacaksın. Kocanın metresi olacak. Seni sırf soyu devam etsin diye kullanıyor olacak. Sen yine de bir başkasının dedikodusunu yaparken kendi kocanın ihanetini normal olarak algılayacaksın. Neden? Çünkü herkes öyle yapıyor. Tarihi aşk romanlarında kızlar sadece güzel değil, zeki ve cesur da. Zaten esas erkeğin kızı fark etmesi de öyle oluyor. Esas kızımız sosyeteye hiç uymuyor. Yada başka birinin yanındayken aptal gibi davranıyor. Ama cesareti ve zekası esas erkeğimizi şaşırtıyor. Çünkü o dönemde kimse öyle değil. Hatta kendi kendine kızıyor. Doğru dürüst, aptal yani toplum kurallarına uygun bir gelin almak varken nasıl oluyor da anormal bir kızı düşünmeden edemediğine şaşırıyor. Ve gerisini biliyorsunuz. Herkesi şaşırtarak evlenirler. Mutlu son.



Gelelim erkek modasına. Tüm o tüyler, kabarık ve geniş yakalar. Biri beni o boyun bağlarıyla öpmeye çalışsa gülmekten çatlarım. Bir de peruklar yok mu? Kabarmasın diye de saçlarını pudralıyorlar. Hatta kitaplarda adam öne eğilince saçındaki pudraların uçuştuğunu söylüyor. Gel bir de buradan yak. Hani nerede bu yakışıklı lordların karizması? Tüm tutkum yerle bir oldu. Yok efendim yakışıklıymış da, kaslıymış da... Geç bunları. Tüm o giysinin altında kası nereden göreceksin. Uzun boyluymuş iki metre falan boyu varmış. Bir defa ben dize kadar çekilmiş o beyaz çorapları gördükten sonra ikinci defa dönüp bakmam bile. Boyun bağı ne kadar kabarıksa pantolon da o kadar dar oluyor. Adamın adonislerini görebilirsin. Kas dediği o galiba.

 


Gurur denen şey garip. Kocanın altından kaç kadın geçmiş umursamazsın ama biri giysine laf edince çıldırırsın. Dedikodular eşittir Sosyete. Bir hanım kızımızın evlenebilmesi için sosyeteye tanıtılması gerekiyor. Toplum kuralları böyle. Gidip balolarda dans etmen lazım. Elinde dans kartları olacak. Güzelliğin derecesi sayısınca erkek adını yazdıracak. Yazık. 


                                    Perukla bir erkek nasıl yakışıklı görünebilir aklım almıyor.
      Kızı öperken kafasından düşmüyor mu? Yada kaymıyor mu? Aklına bir saniye bile gelmiyorsa o anda ya uzun süre kadınsız kalmıştır ya da kız çok güzeldir. Ben paramı ikisine de yatırmıyorum. Üçüncü bir seçenek daha var. Tüm o kitapların hepsi kurgu. Çok mu geç anladım yoksa (!). Yok canım.

Bir de düellolar var. Adam öldürmenin bu şekli kesinlikle yasal. Erkek eldivenini çıkarıp düşmanının yüzüne vurmuşsa ya da önüne atmışsa kesinlikle meydan okuyor demektir. Şu ingilizler çok kibar gerçekten. Adamı karınla yatağında sevişir halde yakalıyorsun. İlk yaptığın şey eldivenini çıkarmak oluyorsa aristokratsın demektir. Şafakta iki şahit ve bir doktorla beraber sırt sırta verip on adım atıyorsunuz. Sonra  BAM BAM BAM!
İngilizlerin kibarlığıyla ilgili Lord diye bir fıkra okumuştum geçenlerde Buyrun:

Bir ingiliz lordu karısını yatakta bir genç adamla yakalamış onları öyle görünce kadına; 
- ''Sayın leydim bu yaptığınız genel ahlaka sığmaz ben size 
güvenmiştim, güvenimin sonsuza kadar süreceğini tahmin ediyordum bana bunu yapmamlıydınız'' diye yarım saat nutuk çeker. 
Ama sonunda dayanamaz ve yataktaki gence döner; 
- ''Ve siz sevgili genç, en azından ben konuşurken durmak nezaketini 
gösterebilirdiniz''...




Birbirine gülerek bakan iki erkek mi seni korkutur yoksa iki kadın mı? Cevap o kadar da basit değil. Erkekler akşama oynayacakları kumarı düşünüyor olabilirler. Ya da ona benzer erkekçe işler. Ama kadınlara geldi mi iş zor. Diyalogları düşünelim.
"Elbisen yeni mi hayatım?" derken aslında şunu kastediyor olabilir. " Geçen senenin modası. Sana da hiç yakışmamış."
"Evet. Senin küpelerin de bir harika." derken cevap aslında şu."O sahte taşlar tam da senin gibi sonradan görmeye layık." 
"Küpeler mi sevgili lordumun hediyesi. Çok güzel değil mi?"
bu kıskandırma amaçlı cevaptan sonra karşı tarafa dönüyoruz.
"Çok güzel gerçekten de." derken iç sesi şöyle diyor. "Geçen baloda metresinde de aynı küpenin olduğunu tüm sosyete gördü." olaylar böyle devam ederken kadınlar gülüşlerinde hiç bozulma olmadan beş çaylarını içmeye devam ederler.



Ressamların güzel kadın yüzünü neden bu şekilde çizdiklerini hiç anlamam. O burun bira daha kalkık olmalıydı. Yanaklar da daha sönük. Omuz dik, göğüsler çıkık olmalıydı. Bakarak çiziyorsan sözüm yok. Ama her resimde aynı yüz. Olmaz ki canım.



Yine 1800'lerden yakışıklı ve asil bir lord.


Şapka amacını aşmış. Güneşten koruması gerekirken dedikodulardan koruyor. Tüm o tüylerde modaya uyamama korkusu olsa gerek.




                      Erkekler bu kadar da ince belli olmamalı. Üçgen vücut olayını kim çıkardı acaba?






Birbirinden güzel valsler. Dans etmenin asilcesi.








           Bu kadar çok giysiye ne gerek vardı? Ne kadar asil isen o kadar giyiyorsun olayı gibi bir şey.                               Görünce içim daralıyor.




Tüm bunlara rağmen neden okumayı bırakamıyorum? Neden aşk romanlarını bu kadar çok seviyorum? Biri beni durdursun? Yok! Hayır! Durdurmasın. Çok seviyorum sizi be kitaplar. Yavrularım benim. Aşklarım. Canlarım. Sizi seviyorum.








Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...