Top Menu

21 Haziran 2012 Perşembe

Mevlana kimdir?


Mevlana Kimdir?

İnsan nedir?... Belki de bu soruyla gözlerini açmış Sultan-ül Ulema Muhammed Bahaeddin Veled‘in oğlu Muhammed Celaleddin Rumi. Kısacası Mevlana. Kimdi bu Mevlana? Niçin vardı? Ne yapardı? Nasıl yaşardı? Hakkını vermeye mi çalışmıştı insanlığının? Mevlana’yı Mevlana yapan neydi ki bu kadar insan sürüklenmişti peşinden? Birçok kişi bu soruları sorarak Mevlana’nın kim olduğunu öğrenmeye çalışmış olmalı. Haklılar da… İnsanı öğrenmek için ‘ bir avuç toprak yeter ‘ diyor toprak ana. İnsanı bilmeden bilinir mi ki hiç Mevlana…

Horasan’ın kalbinden kopmuş bir âlim de Feridüddin Attar’dı. O da bilmişti Mevlana’yı. Günlerden bir gün Belhli Bahaeddin Veled’in ayrılma vakti gelmişti yurdundan. Koca şair karşılamıştı onları. Görür görmez tanımıştı Rumi’nin içindeki Mevlana’yı. ‘ bir deniz, bir ırmağın ardına düşmüş gidiyor.’ deyip selamlamıştı. Belh’in uğurladığı, Konya’nın kucak açtığı dervişler dervişi Mevlana’yı. ‘ umarım yakın bir gelecekte oğlunuz âlem hakkının gönlüne ateş verecek ve onları yakacaktır. ‘ demişti, ırmak rolüne bürünmüş babaya.

Günler günleri izliyor, Mevlana’nın gönlünde yeni güller açıyordu. Bilmek istediğiyle adeta dolup taşıyordu. Baba Bahaeddin Veled perdenin öbür yanına geçip, semaya yükselince, geçmişti makamına oğul Mevlana. Bir gün, iki gün derken, baba yadigârı bir dost kapısını çalmış, ilmi sormuştu ona. Biliyordu. Söylüyordu. Anlatıyordu. Aklını avuçlarına almış bir yudum suymuş gibi kana kana içiyordu. Doğruydu da söyledikleri. Ama yetmedi. Baba yadigârı dost Bahaeddin : ‘ bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli ( gönül ve ruh adamı ) idi; sen kal ehlisin ( söz adamı ). Kal’i bırak. Onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi âlemi aydınlatabilirsin. ‘ demişti. Yüreğini de yoğurmalıydı aklıyla. Bir sesi olmalıydı ruhunun. Sessizlik yakışmazdı Baha Veled’in oğluna.

Büyüdü Sultan-ül Ulema Bahaeddin Veled’in oğlu Muhammed. Celaleddin yani Mevlana, Allah’ın gizli sevgililerindendi. Güneşti. Ancak tek güneş değildi. Aynı sıralarda bir Güneş de Tebriz’den doğuyordu. Kendisi ve ruhu gibi kendiside Şems’di. Şems de bir denizdi. Hakikat trenindeki bir yolcu da oydu. Allah’ın gizli bir sevgilisini, aşka, arıyordu. Kâinatın Efendisi, Şems’i, başı uğruna, Konya’ya Mevlana’nın kucağına yolladı. Hakikat arayışındaki yalnızlığına, bir Allah dostu ekledi. Merec-el Bahreyn ( iki denizin buluştuğu nokta ‘ kur-an da geçiyor.’) de buluştu bu iki deniz. Tohumun toprağa düşüşü gibi, düşmüştü aşk Şems’in ve Mevlana’nın yüreğine. Mevlana’nın içinde bir Şems, Şems’in içinde bir Mevlana büyüyordu. Aşk neydi? İnsanı, Mecnun yapan neydi? Ne demişti âşıklar ehli Mecnun: ’ ben Leyla’da, Mevla’yı buldum. ‘Kenan’ın ayı Yusuf’un suretine, hayran olan bir aciz bedevinin hediye ettiği aynada, kendi suretine değil de, yaratıcısını görmesi miydi aşk? Mevlana büyüdükçe büyüyordu Şems’in yüreğinde. Şems yükseliyordu, Mevlana’nın içinde.

( Bu noktada anlatılanlar yanlış anlaşılmasın lütfen. Şems, Mevlana'nın hocasıydı ve bahsi geçen aşk Allah'a duyulan aşktı.)

Mevlana’yı, Mevlana yapan Şems’di. İnsan sevdikçe insandı. Toprak, tohum yetiştirdikçe topraktı. Aşk, ulaşılmıyorsa aşktı. Mecnun, kavuşamazsa Leyla’ya, asıl o zaman Mecnun’du. Yusuf, aynada Mevla’yı bulursa, Yusuf’tu. Güzel, Yusuf’sa güzeldi. Güneş, ısıtıyorsa Güneş, Ay, ışıyorsa gecede Ay’dı. Mevlana, Şems oldukça Mevlana’ydı. Sürüp gidiyordu Allah’ın yeryüzüne kattığı anlam. Ne diyordu Mevlana?

Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Sevgide güneş gibi ol. Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol. Hataları örtmede gece gibi ol. Tevazuda toprak gibi ol. Öfkede ölü gibi ol. Her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Kısacası insan ol. Her şeyden önce demek istiyordu. Ancak insanlığında Allah’ı gördükçe insansın. Yaratıcın her bir hücreni nasıl nakış nakış işlediğini bilerek yaşa. Ona ulaşmak için yaşa. Tıpkı Peygamber gibi. Ne diyor uğruna canlar feda Muhammed Mustafa ( s.a.v) “ Ölmeden önce ölünüz”
Mevlana bu ışığı içindeki aydınlığa ekleyerek ruhundaki güneşle ilerliyordu. Gün geçmiyordu ki aşkla yanıp tutuşmasın. Mecnun’du. Yusuf’tu. Güneş’ti. Topraktı. Denizdi. Daha yazılacak ve söylenecek birçok şeydi Mevlana.
“ Dünle beraber gitti cancağızım, düne ait ne varsa şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Kalem, yazdıkça kalem; kâğıt yazdıkça kâğıttır. Mevlana okundukça Mevlana’dır.
“ Gel ne olursan ol yine gel.” Diyoruz binlerce aşk ehli Mevlana gibi, Cenab’ı Allah’tan yüreğimizi ısıtacak yeni güneşler diliyoruz. Selametle kalın.

Derya Balcıoğlu

Lütfen alıntıladığınız yazıları kaynağı belirterek yayınlayınız.


1 yorum:

  1. Mevlana'yı çok güzel anlatmışsınız. Kaleminize sağlık...

    YanıtlaSil

eklemek istediğin bir şey varsa çekinme, söyle :)