Top Menu

23 Eylül 2011 Cuma

Perfume: The Story of a Murderer ( Koku : Bir Katilin Hikayesi )


Bu hafta elimizde yine kitaptan uyarlama muhteşem bir film var; Perfume ( Koku )
Alman bir yazarın elinden çıkma hayal gücünün parıltıları Filmde de kendini gösteriyor.

 Konu şöyle:



1766. Grasse, Güney Fransa.

Kalabalık şehir meydanında bir parfüm yapımcısı olan Jean-Baptiste Grenouille’ün (BEN WHİSHAW) hüküm giymesini izlemek için toplanmıştır. Halk zincirlerinden tutulup sürüklenen adamı kalenin balkonunda gördüğünde gürültüyle öldürülmesi için tezahürata başlar.




22 yıl önce. Paris.


Grenouille’in annesi (BİRGİT MİNİCHMAYR) yılın en sıcak gününde şehrin balık pazarının bulunduğu mahallede doğum yapmaktadır. Bu istenmeyen çocucğu çevresinden saklamaya çalışmaktadır. Fakat yeni doğan bebek çıkardığı inanılmaz gürültü sayesinde çevreden yetişenler tarafından annesinin gazabından kurtulur. Çocuk yaşayacaktır fakat annesi çocuğunu öldürmeye çalıştığı için asılarak idam edilecektir.


Grenouille hayatının ilk yıllarını Madame Gaillard’ın (SİAN THOMAS) yetimhanesinde geçirir.. Diğer çocuklar onda bir gariplik olduğunun farkındadılar. Altı yaşına geldiğinde küçük çocuk hala konuşamamaktadır fakat kokular hakkındaki inanılmaz yeteneği ortaya çıkmaya başlamıştır.


13 yaşına geldiğinde Madame Gaillard 10 franka Grenouille’I Grimal’a (SAM DOUGLAS) satar. Grimal bir deri işleme atölyesi işletmektedir. Yaşam şartları cehennemden beter, pis kokulu nitratlar,kokuşmuş postlar içinde geçmektedir fakat bu ortamda hayatta kalmayı başarıp genç bir adam olmuştur.


Paris’e ilk gittiğinde havada hiç tanımadığı yabancı kokuları keşfeder genç adam… Ve bu kokular onu hiç sahip olmadığı olamayacağı hayallerine sürükler… istemeden de olsa bir genç kadının ölümüne sebep olur…



  

Tabi her güzel filmde olduğu gibi beklenilmeyen bir sonla harika bir nokta koyar. Tam kahramanımızın ( Yada katilimizin mi demeliyim xD ) korkunç bir şekilde can vereceğini düşünürken, zekasını bir kez daha ortaya koyarak belki de kurtuluşların en büyük, en şehvetli ve en güzel kokulusunu yapar. Avucunu açtığı anda şehvet kokusunu damarlarında hisseden halk aniden coşup kimseye aldırmadan sevişmeye başlarlar. Düşünün bir katilin idamı için toplanan 2000'den fazla insan var ve bir insanın yapabileceği en güzel kokuyla beklenmedik bir anda karşılaşıyorlar. Onlarda o anda hayvani bir dürtüyle bir birlerine giriyorlar. ( Her manada...) Katil en zekice hamlesini yapıyor böylelikle. Etkileyici bir son...



 


Film boyunca kılıksız dolaşan katilimiz gerçek hayatta bir yakışıklılık abidesiymiş de haberimiz yok.



8 yorum:

  1. Filmde ilgi çeken bir kısım da gittiği her yerden yani bıraktığı yerden biri ölüyor bu soru işareti oluşturuyor ve bir mit oluşturan 13 sayısına da değiniliyor 13 adet küçük şişe/koku/kişi ve hepsi özenle güzel seçilenler ama sadece 13. hepsini birleştiren, bir eden etkileyen değiştiren nasıl desem o arka plandaki adam iyi anlatıyordu, son gerekli olan 13. ise bir 'kızıl'ın idi ilk duyduğu his gibi ama sona eklenen tek kızıldı ve kıvamı oluşturan gerekli olan burada 'kızıl'a değiniyordu ve tabi o mısırın herkesi etkileyen sevgi uyandıran koku mitinin yanında 13 adet olması ile özellikle sonuncu kızıl olması baskınlığını göstermesi merak konusu acaba Lilith'e mi atfediyordu, değiniyor mitte (Adem'in ilk eşi ve kendisi kızıl ve bir femme fatale olarak görülmesi de konuya ayrı bir konu da açıyor) ve benim de hep ilgimi çekmiştir kızıl/ginger tamam kırmızı ilgi çeker de bu daha çok kızıl sevgisi diyelim bitirelim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arka planda bir çok metaforun olduğu doğru. 13 rakamının uğursuzluğundan da destek almış olabilirler. Kızılın şehvet ve açlığı anlatan en iyi renk olduğu gerçeği de yadsınamaz. Ancak kahramanımızın yaptığı bir tür kurban verme, iyilik adına bir ritüel değildi. Kadınların kötülüğünden dem vurup ilk günaha, Lilith'e yönelik bir arayış içinde değildi. Daha çok güzeli arıyordu. Güzelliğin karşı konulmaz kokusunu, kadınlığın nadide meyvesini, sonsuza kadar sürecek bir tazeliği arıyordu. Kadını bir anlamda yüceltirken, halkın bu güzelliğe azgın bir tapınışla karşılık vermesini en doğal sonuç gibi gösteriyordu.

      Sil
  2. Evet, haklısınız. O sahneler de çok çarpıcıydı ve sevgiyi dile getiriyordu bir bakıma. İnsanoğlunun en güçlü ve en ihtiyaç duyduğu duyguyu, bir babanın bile intikam öfkesinden deliye dönmüş gözlerini dizginleyecek denli büyük bir yere sahip olduğunu dile getiriyordu, sevgi duygusunun, sevgi uyandırmanın, yönetmen de sevgi uyandıktan sonra ona doyamamanın sonucu o görüntüleri tasvir etmiş olsa gerek ve sevginin ne denli güçlü olduğunu göstermiş, tek sorun ise o bu sevgiyi tadamıyordu kendisi etkilenmiyordu anlatıcının dediği gibi papaya kokulu bir mektup yazıp kendini mesih ilan edebilirdi hiç bir şey onu etkilemiyor umurunda değildi artık ve sonunda yaptığı da buna bağlıydı. 13 sayısını ve belgesellere bile konu olmuş kızılların yapısını, nasıl desem gizemini-güzelliğini-dominantlığını, bunları geçelim de asıl bunlardan daha çok merak uyandıran, o diğer gizemlerin yanı sıra sor işareti olarak kalan; gittikten sonra arkasında hep bir ölü bırakması ve son sahnede göstermemesi (evet son gidişinde kendisiyle beraber gitti ve bir damla bıraktı o damladan sonrası demek istedim) ile o ilk çalıştığı parfümcü-damıtma yerinde ustası Dustin Hoffman'ın anlattığı efsane Mısır daki, Mısır da mıydı ne orada bir yerdeydi aynısını yapmışlardı onun yaptığından...

    YanıtlaSil
  3. Son sahnede adamı yemişlerdi, değil mi :) Yanlış mı anladım acaba?

    YanıtlaSil
  4. Hayır, yanlış anlamadın. Evet, sonlara doğru adamı yediler ekran kapanmadan şişede bir damla kalmıştı sabahtı o da damladı, bitti.

    YanıtlaSil
  5. Öyle bir parfümü kim istemez ki?!
    O gücü, kontrolü...
    Hükmedişi...
    İnsanları sevginin, güzelliğin gücüyle haklamayı...

    YanıtlaSil

eklemek istediğin bir şey varsa çekinme, söyle :)