4 Ağustos 2012 Cumartesi

Dahiler Geçidi : Dizi endüstrisinin yeni trendi

             Bugüne kadar izlediklerim arasında en sevdiklerim daima zeki ve karizmatik karakterlerin yer aldığı, senaristlerin zekasıyla dehşete düştüğüm diziler olmuştur. Ben televizyonu sevmeyen bir dizikolik olarak ağzım bir karış açık sırıtarak izlediğim, soluk soluğa, başrol oyuncusu benmişim gibi içine çekildiğim tüm o dizilerin her bölümünü ve repliklerini Allah'ın emriymiş gibi ezbere bilirdim. Öyle ki diziyi bitirince bilgisayarımı alır ilk sezondan tekrar annemle birlikte izlerim. Tabi annem kızmadan edemezdi.
--"Derslerini böyle ezberleseydin şimdiye bir profesör olmuştun." der.
         Ben de cevap vermekten geri duramazdım.
--"Annecim bak doktorcum House sayesinde bilmediğim bütün ender hastalıkları ve tedavi yollarını öğreniyorum. Can dedektif Sherlock Holmes sayesinde ayrıntıları keşfetmeyi ve olayın bütününe bakmayı öğreniyorum. Tatlı gülüşüyle Patrick Jane sayesinde insan psikolojisini ve hafızanın gizemlerini keşfetmeyi öğreniyorum. Ve en önemlisi ailemizin kasabı Dexter'im sayesinde öldüreğim insanı nasıl saklayacağımı öğreniyorum. :) "

Şimdi gelelim bu harika insanlara ve dizilere:




Öncelikle en sevdiğim dizim Dexter ile başlayayım. Dexter tam bir inek ve işkolik, sevgi dolu bir baba, ilgili bir kardeş, sadık arkadaş... Herkesin gözünde iyi bir yere sahip olan, insanların saygı duyduğu, zeki bir iş arkadaşı, ideal eş... Gözü yüksekte olmayan, kimsenin rakip olarak görmeyeceği, fazla konuşmayan laboratuvar ineği...
    Herşey bunlardan ibaret olsa olayın hiç bir heyecanı kalmazdı değil mi? Ama Dexter yalnız kaldığında bizi ruh dünyasının ve zekasının içine çekiyor.

Dexter Morgan gündüzleri Miami Metro Polis Departmanı'nda kan sıçrama örnekleri analizcisi olarak çalışan, geceleri ise insanı zekasıyla dehşete düşüren, kendi karanlığına bizi de davet eden, iyilerin dostu kötülerin kahramanı, kana susamış bir seri katil. :) 
Başrol oyuncumuz Michael C. Hall'un kendiymişçesine oynadığı Dexter karakteriyle hayatınızın en zevkli seri katil rolüne bürünüyorsunuz. Dexter her bölümde kendi karanlığıyla yaptığı konuşmaya bizi de davet ediyor. Dark Passenger ( Karanlık Yolcu )... Dexter kendi ruh dünyasına bu şekilde sesleniyor. Etrafta seyircilerden başka kimsenin olmadığı, Dexter'in karanlık yolcusunu rahatça davet ettiği ve daima öldürecek yeni bir kötü bulduğu o anda siz kendiniz olmaktan çıkıyor, 50 dakikalığına sadece kendiniz ve Dexter'in olduğu ve karanlığın sürdüğü o trenin bir yolcusu da siz oluyorsunuz. Benim diziden en çok keyif anlar Dexter'in küçümsendiği anlar. Çünkü Dexter zevkle rakibinin bu hatasını ona ödetiyor ve ön yargılarının cezasını çektiriyor. Ben de kıs kıs gülüyorum. "Bunu kesinlikle hak etmiştin." diye...




Bir diğer dizimiz yayın hayatını başarıyla tamamlamış House. Dr. Gregory House'un çoğu zaman komik bazen de üzücü maceraları... Everybody Lies ( Herkes yalan söyler. ) ifadesi doktorumuzun hayat şifresini oluşturmakta...
 Kibirli, egoist, daima kendi aklına göre hareket eden, asistanlarının hayatında hem nimet hem lanet olan sevimli dahi doktorumuz insanoğluna güvenmeyen bir hamurla yaratılmış. Herkes yalan söyler diyor kendileri... Herkes, eşin, dostun, akraban... Ancak insan vücudu yalan söylemez! Sen ne kadar inkar etmeye çalışsan da vücudun gerçeği bir şekilde kamuoyuna açıklayacaktır.

Bizim doktorumuz öyle her doktora benzemez. Her hastayı kabul etmez. House gelen daima çözülememiş, tanısı konmamış hastalıklardır. House bunlardan bir bulmaca çözercesine zevk alır. Her yaraya merhem olan doktorumuzun, kendi derdine çaresi yoktur. Berber kendi söküğünü dikemez derler ya House da bacağının acısıyla tüm gün bir bastonla gezinir durur.
 İnsanları iğnelemekten, onlarla alay etmekten apayrı bir zevk alan House'u kimse sevmemektedir. Ancak herkes ona hayrandır. En yakın ve tek arkadaşı olan Wilson bile onu 'götün teki' olarak tanımlar. Öyle ki bazen House kendi oyuncağından sıkılıp arkadaşınınkine saldıran bir çocuğa benzer. Kendi hastalarını iyileştirdiği gibi Wilson'unkileri de çözmekten sinsice bir zevk duyar. Herkes House'tan bu kadar nefret ederken nedense seyirci ona bayılmıştır.
Hastane dizilerinden nefret eden, Doktorlar'ın bir tek bölümüne bile katlanamayan ben, House'u izlerken sırıtmadan duramıyorum. Dizinin çoğu bölümünde Sherlock Holmes'a atıfta bulunulmuş, House bir nevi günümüzün Holmes'u olarak düşünülmüştür. Ve öyle bir oyunculuk çıkarmıştır ki House karakterini canlandıran Hugh Laurie iki kez altın küre ödülü sahibi  olmuştur. Ve dizi sekiz sezonun ardından biterken Everybody Lies diye başlayan dizi Everybody Dies diye biter. Bize de bu harika diziyi yazmak düşer... :)

Akıl Oyunları başlasın... Bu diziye nasıl başladığımı söyleyeyim size. Herşey bu tatlı sarışın Simon Baker'in harika gülüşünü görmemle başladı. Pişman mıyım? Asla! Dizinin konusuna gelirsek...
Patrick Jane çok zeki bir akıl oyunları uzmanıdır. Hayatını insanları dolandırarak, medyumluk yaparak kazanmaktadır. Size kendiniz hakkında sizin bile bilmediğiniz şeyleri söyler. Peki Patrick Jane'e vahiy mi iniyor ki biliyor? diye soracak olursanız... Patrick Jane zekası ortalamanın üstünde, insanların davranışlarından ve konuşmalarından kişilik analizi yapabilecek kadar zeki bir arkadaşımız. Her yakışıklı erkeğe olduğu gibi o da kapılmış ve bir çocuk babası olmuştur.

Lakin kaderin bir cilvesi olacak bu zekayla ve başarılı iş hayatıyla sevgili medyum amcamızın gururu göklerdedir. Hal böyle olunca hayat da ona " Böbürlenme padişahım, senden büyük Allah var." demiş sillesini geçirmiştir. Red John diye anılan seri katile kameraların önünde kafa tutunca, kızı ve karısı kanlar içinde ölü bulunmuştur.
Adamımız kederiyle yana dursun CBI ( California Araştırma Bürosu ) dedektifi Lisbon adamın zekasından faydalanmaya karar verir. Onu danışman olarak işe alır. Ve sevgili danışmanımız Jane de yaptığı akıl oyunları ile davaları birer birer çözer. Dizinin reytingleri iyi gidiyor. Pek popüler olmasa da 4 sezondur Patrick'in tatlı gülüşüyle günümü aydınlatıyorum. :)

Sıradaki dizimiz Sherlock... Adından da anlaşılacağı üzere Sherlock Holmes bu diziyle kapılarını günümüze açıyor. Bir ingiliz dizisi olan bu yapıttan pek haz etmesem de dizi kendini izlettiriyor. Ama şimdi siz de bir düşünün yani... Bir yanda seksi oyuncumuz Robert Downey Jr ve Jude Law var. Diğer yanda tipini hiç beğenmediğim Benedict Cumberbatch ve Yüzüklerin Efendisi'nden Bilbo Baggins olarak hatırladığım Martin Freemon var. Dr. Watson rolündeki Martin Freemon'u, Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi'nden de tanımışlığım var. Severim kendilerini. Ancak laf Benedict Cumberbatch'a geldi mi işler değişiyor. Bir defa adamın tipi çok itici. Sert yüz hatları sorun olmaz da o saçlar! Allah'ım! Dizi her ne kadar başarılı olsa da şu tipi gördükten sonra insanın izleyesi gelmiyor. Ama hakikaten güzel dizi. İzleyin derim. Sherlock Holmes'un cep telefonu, kredi kartları olan versiyonu insanın ilgisini çekiyor. Ama Jude Law varken kim Martin Freemon'u izler ki... ;)


Bu da sevdiğimiz Sherlock Holmes. :D

Bu da farklı bir zeka polisiye dizisi. Yeni başladı. Pilot bölümü başarılıydı. İnsanı şaşırtması yönünden iyiydi. Dr. Daniel Pierce'in diğer karakterlerimizden farkı pek fazla değil ancak çok belirgin. Bu beş dizimizde de ana karakterlerin tümü deliydi. Yani dahilikle delilik arasındaki o ince çizgide gidip geliyorlardı. Ancak biz hiç onların kafayı yediğini düşünmemiştik. Dexter da House da halisinasyon görüyordu. Dexter ölmüş babasını, House asistanını... Ancak bu davranışlar dış ortama hiç yansımıyordu. Kimse Dexter da herhangi bir anormallik  görmemişti. Ya da House deli gibi ortada koşmamıştı. Ancak Daniel Pierce tam bir şizofren. Gördüğü hayallerin gerçek olup olmadığını anlayamıyor. Ve bayağı korkak. Üniversitede ders veren Pierce, halüsinasyonlarının gerçek olup olmadığını söylemesi için kendine bir asistan bile tutmuş. Dizi güzel gitse de adamın korkak olması beni biraz soğuttu. Böyle biraz atılgan olsa daha tatlı olurdu. :)

Dexter'in Günlük Rutiniyle kapanışı yapalım. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eklemek istediğin bir şey varsa çekinme, söyle :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...