22 Ağustos 2014 Cuma

Aşk ve Kitap Klişeleri




"Kitaplara tutkunum. Karakterler aynı sofraya oturduğum kardeşlerim gibiler. Ama yazarlardan ve oyunculardan pek haz etmem. Filmler de girer bu kaosun arasına. Tyler Durden'a bayılsam da Brad Pitt'i hiç sevmem. Karakterlerin hepsi zihnimde canlı kanlı belirir. Kitap biter, film biter ama karakterler odamın ortasında bir sonraki sayfanın, sahnenin içine akarlar. Zihnim kitabı bir ömür boyu tamamlar durur. Karakterler ölmez. Daha diri daha genç...her geçen gün biraz daha güçlü bir şekilde belirir. Onların mutlulukları benim olur. Hüzünleriyle ağlarım. Çocuklarına en sevgi dolu anadan daha şefkatli olurum. İş bundan ibaret olsa iyi. Sonra hata yaparlar, ihanete uğrarlar, aldatılırlar, üzülürler. Gözlerim bulut olur. Yaşlar bir bir yüreğimden sökülür. O derece severim karakterlerimi, kitaplarımı... Hiç de ayrım yapmam içlerinde. Felsefe Sözlüğü de okurum Harry Potter da. Kitaplığın bir yanında Alacakaranlık dururken diğer yanında Dede Korkut Hikayeleri yükseliverir. Taht Oyunları'ndan Ölüm Pornosu'na kadar. Hepsi benim canım ciğerim. Bir yeni kitap kokusunu severim bir de yanık kibrit kokusunu. İronik değil mi? O kibrit bir hareketiyle bütün kitaplarımı yarım saat içinde leş yığınına döndürebilir. Ve kitaplarım ölürse karakterlerim öksüz kalır. Yüreğim parçalanır. Virane bir ev gibi yıkılıp kalırım odanın ortasına. Yanık kağıtlar yatağım olur. Uçuşan küller örtüm olur. Ölülerimin arkasından zihnimde kendi ölümüm çalkalanır da üçüncü sayfa haberlerinde adım müebbet alır. Cansız bedenim bir kağıt yaprağında sonsuz uykuyu solur."



Bu garip sanrıları bir kenara bırakırsak gelelim esas bahsetmek istediğim şeye. Kitaplardaki aşk yalanı beni öldürüyor. Aşkın ve kişiliğin anlamını sorgulatıyor.
Gerçek dünyada aşk diye bir şey olmayacağına en fanatik romantiğin bile inandığını düşünüyorum. Kişiliğin, egon, sorumlulukların ve ruhani ihtiyaçların buna engeldir çünkü. kişiliği olan bir bayan olarak konuşuyorum. Kendime saygım var ve karşı tarafında bana saygı duymasını isterim. Beni aşağılamasından nefret ederim. Yalanlarıyla gerçek dünyamı sarsması hafife alınamayacak büyük hatalar listeme girer. Kendi ayaklarım üstünde durup, insan gibi yaşamak ailemin beni el emeği göz nuru alın teriyle yetiştirmesinin omuzlarıma yüklediği sorumluluktur. Toplum içine beraber çıkmaktan utanmayacağım, bana hak ettiğim gibi namusum gözüyle bakacak birini isterim. Beni hem bileğinin hem beyninin gücüyle koruyacak, evlatlarıma hayırlı bir baba olacak bir erkek başımın tacıdır. Böyle birisi her kadının hayalidir. Böyle biri bana eş gözüyle bakacaksa ben ona bir cariyeden daha halim olurum da. İşte bu kişiliğin gereklerindendir ve kendine saygı duyan her insan bunu yapmalıdır.
Ama aşk nedir? Aşk bir varlığı her haliyle kabul etmektir. Onun eveti senin evetin olur. Dostu dostun, düşmanı düşmanın olur. Onu incitecek en küçük kelimeyi tüm dudaklardan sökmek istersin. Ona atılacak bütün taşların önünde siper olursun. Onun için ölüme gider, canlar alır, dünyaları yıkarsın. Ona bakacak bütün bakışları gözlerden silmek, ona değecek elleri kızgın yağlarda leş etmek istersin. Senden öncesi silinsin, geçmişi geleceği sen ol istersin. Çünkü o senin geçmişin, bu günün ve geleceğin olmuştur bile. Onu konuşmak, ona dokunmak yetmez, öyle bir an gelir ki kanını kanına katmak bir olmak istersin. Bu bahsettiğim bir olmak cinsellik değil, ruhun, bedenin, etin, düşüncelerin bir olmasıdır. Çünkü sen ondan ayrı var olmayı düşünemezsin. Gözlerini kapatsan canın acır. Işığı vurmadıkça kıyametin olur. Sesi nurdan bir ritim gibi kulağından yüreğine gezinir. Ayağının altında çiğnenmiş yol, dudaklarına değdirdiği bir katre su olmak istersin. Esen rüzgarın utanmaksızın değip geçtiği tenini kıskanırsın. Gözlerinin değdiği adamları bir bir katletmek, onsuz geçen bütün zamanları öldürmek istersin. Onun söylediği her kelime ayetin olur. Attığı her adım yolun, inandığı her şey dinin olur. Aşk budur. Böyle bir aşk da ancak ve ancak Allah'a duyulur. Çünkü sadece Tanrı sevginin büyüklüğüne yaraşabilir. Sadece Tanrı senin O'nu bu denli sevmeni sağlamaya yetecek kudrette olabilir. O mükemmeldir.

Ama bu romantik kitaplar ne yapıyor? Aşk adı altında, basit bir cinselliği önümüze sunuyor. Bu iki sözde aşığın kavgası hiç eksik olmaz. En küçük cümlenin kavgaları edilir. İlgisizlik, samimiyetsizlik, uyuşmazlık...Bizim aşıklarımızı meşgul eder durur. Yalanlar, entrikalar, aldatmalar...Mutlu sonla bitse de kitabın başından sonuna kadar yanlış anlaşılmalar silsilesi, başka erkekler, başka kadınlar, geçmiş yaralar aşıklarımızın önündeki koca engellerdir. Tüm bunlara rağmen bu iki insanın nasıl aşık olarak adlandırıldığını anlayamıyorum. Bu aşk değil ki. Olamaz ki.

Geçen bir film gördüm. Stephen King'in ismini hatırlamadığım bir romanından uyarlanmıştı. Film mutlu bir evli çiftten bahsediyordu. Karı koca kırklı yaşlarının ortalarındaydı ve torunları vardı. Kadın bir gün eşinin seri katil olduğunu öğreniyor ve aynı evde ölümüne bir mücadeleye başlıyordu. Gerçek dünyada sizin eşinizin vahşetini bildirme ve engelleme hakkınız sonuna kadar mevcut. Çünkü insan hayatı kutsaldır. Her alınan canın bir bedeli  vardır, olmalıdır. Ama edebiyat dünyasında, yani aşkların diyarında, ya kadının kocasının sırrını saklayıp cinayetlerine yardım etmesi beklenirdi ya da kocanın eşinin selameti için cinayet saplantısından kurtulması beklenirdi. Çünkü aşkta düşünce farklılıkları, zıt görüşler ya da çatışmalar olamaz. Aşıksanız her yönüyle bir olmanız gerekir.

İşte dostlar, bu sahte aşklar beni öldürüyor. Sarsmak istiyorum bütün yazarları. Aşkın anlamını öğretmek istiyorum her birine. 350 sayfalık kitapta aşıkların önündeki saçma engelleri değil, gerçek aşkı, yakınlığı, bir olmayı okumak istiyorum. Eğer böyle bir kitap varsa onu alayım, bütün sevgimle bağrıma basayım. Çok şey mi istiyorum?

21 Ağustos 2014 Perşembe

Aydemir Mugu - Chernie Glaza ( Siyah Gözler ) : Küçük bir Kafkas esintisi

Şarkıdaki Kafkas ezgilerini duyup da yüreğinizde kardeş özlemi, yüzünüzde küçük bir gülümseme oluşsun istedim.  



KAFKASLARIN KADINI


Güneşin ülkesinde, destanlar diyarında,
Güneşi sunsam sana Kafkasların gül kızı,
Dolunay ellerinde ateşlerin narında,
Zarafet endamıyla kıskandırır yıldızı,
Hürriyet bayraklaşıp sevdalanmış yarında,
Kafkasların kadını,
Asaletin timsali,
Kalbe yazdım adını
Karasevda misali.

O nazenin bakışlı gözlerinin karası,
Yüreği umut dolu asaletli bakışı
Hasreti hicran hicran Engin dağlar arası 
Sevgisi motif motif kalbe atmış nakışı
Kartalların yavrusu rüzgâr onun narası
Kafkasların kadını,
O dağların maralı,
Kalbe yazdım adını.
Kalbim ondan oralı,

Yayla bakışlı güzel çimen kokusu sende,
Bir muhabbet iklimi sevgin zirveler aşar

Kuşlar serenat dizer gümüş kanat gölgende
Hazar'ın dalgaları göklerinde mi yaşar?
Uçurumlu vadiler seke seke gidende
Kafkasların kadını,
Aşkın akan bir sel mi?
Kalbe yazdım adını,
Adın senden güzel mi?

Ay! Güzeller güzeli Kafkasların ay kızı!
Salınsın sarı sabah gece saçından aksın
Yanakların ay gibi lale sümbül kırmızı,
Sen hilalin aşkısın sitareden berraksın
Kaşların oka benzer kayan yıldızın hızı,
Kafkasların kadını
Şey Şamil'in gül kızı,
Kalbe yazdım adını,
Kıskandırsın yıldızı.

Tarık Torun




20 Ağustos 2014 Çarşamba

Muneca - Rüyaların ötesinde Kadın



Rüyalar günlük hayatta gördüklerimizin yansımalarıdır. Zihnin karanlık dehlizlerinden süzülüp hislerimizi ve bütün kayıplarımızı içinde barındıran rüya alemine 3 dakikalık bir göz atmayla sanatını konuşturan İsviçreli yönetmen Sergio Herencias bu harika baş yapıtıyla gösterime girdiği bütün festivallerden övgü alarak ayrılmıştır.

Kadının günlük hayatta yaşadığı sadist baskılar ve zulümleri rüya aleminden realiteye uzanan bir metaforlar dizisi olarak önümüze sunan bu kısa film belki de sanal dünyadan çok gerçek dünyaya yakışan, kendi sınırlarını aşan bir köprü görevi görmektedir. Kadının ezildiği, hor görüldüğü ve güçsüzlüğüyle kullanıldığı her an filmde bir detay olarak nakış nakış işlenmiş.

Müziğiyle de insanı derinden etkileyen bu yapımı izleyin, izletin.







9 Ağustos 2014 Cumartesi

Ah bir zengin olsam...


Mutlaka hepimizin hayatının bir anında diline dolanmış olan bu şarkının kökenini hiç merak etmiş miydiniz? Aslında ben de pek merak etmemiştim. Ta ki bu güne kadar...

Rothschild ailesini duyanlar ellerini aldırsın. Duymayanlar ise google amcaya güzel bir merhaba desin. Rothschild ailesi kökeni yüzyılları aşkın zengin bir aile. Yahudi asıllı bu alman ailenin kardeş bağıyla ingiltere ve avusturya ile de ilişkileri de mevcut. Ailenin kişisel tarihine girmek gereksiz ancak şarkının geliş noktası bu aileye dayandığından bir kaç cümle etmek şart. Rothschild'lar günümüz dünyasında Hz. Süleyman'ın servetine yakın bir zenginliğe sahipler. O kadar zengin o kadar güçlüler ki bu paranın üstüne her gün milyonlar bindiği için tam tutarından kendilerinin dahi haberi yok. Elinize bir demir para alın ve düşünmeye başlayın. Paranın geldiği yeri düşünün. Bu geri gidişlerin sonunda o paranın bir ucu mutlaka Rothschild ailesine değmiş olacaktır. Belki büyük bir şirket, belki ünlü bir marka...




Gelelim şarkımıza.. Yahudi müzisyen Sholem Alichem tarafından 1902'de "Ven ikh bin a Rothschild" adıyla yiddish dilinde yazılmıştır. Anlamı aslında Eğer bir Rothschild olsaydım. Damdaki Kemancı (1964, Fiddler on the Roof) müzikalinde kullanılarak adını duyurmuştur. Müzikal ABD tarafından yine Damdaki Kemancı adıyla filme 1971 yılında çevrilmiştir ve şarkı "İf i were a rich man"e dönüşmüştür. Filmin 1972 yılında Hulki Saner tarafından Türkiye'de çekilmiş bir versiyonu da bulunmaktadır. Ah, si j'etais riche!, şarkının aynı adlı filmde (2002) kullanılan Fransızca versiyonudur. Gwen Stefani tarafından İf i was a rich girl (2004) olarak seslendirilmiştir.
60'lı yılların sonunda Hasret adlı albümünde Ah bir zengin olsam Tanju Okan'ın muhteşem sesiyle bizleri selamlamıştır. Ve böylece klasik yeşilçam Ah bir zengin olsam filmiyle de hayatlarımıza girmiştir. 1999 yılında Hülya Avşar'ın bulunduğu dizide yine aynı isimle kendini hatırlatmıştır.

Şarkının kökenini araştırırken Damdaki Kemancı müzikalinin konusunun Atv'deki Elveda Rumeli dizisine uyarlandığını da öğrenmiş oldum.

Şarkının değişik versiyonları sizlerle...

Yiddish:



İngilizce:



Türkçe:



Fransızca:



Polish:



İspanyolca:

8 Temmuz 2014 Salı

Rachael Yamagata- Be Be Your Love with lyrics

Bazen bir şarkı dinlersiniz ve "Dur! Bu benim şarkım! Bana yazılmış." dersiniz. İşte bu şarkıyla ve özellikle Rachael Yamagata ile tanışmam böyle oldu. Önce Youtube'da görüntülenme sayısının azlığını görünce şaşırdım, sonra ne iyi sadece bana özel güzel bir şarkı diye sevindim, daha sonra "Dur hemen havaya girme önce bir ekşi sözlüğe bak." dedim kendi kendime ve ekşi sözlüğün yine benden önde olduğunu görünce ne yapalım alışkanlık diye kendimi teselli ettim. Sorun Yok.



6 Temmuz 2014 Pazar

The Double ( Öteki ) - Modern zamanlarda bir Klasik




Bu filmin posterini uzun zamandır görüyordum. Beni çeken bir şeyler olduğunu biliyordum. İki saat önce sonsuz kararsızlığımı kırıp filmi izledim ve iyi ki de izlemişim dedim.
The Double ünlü yönetmen Richard Ayoade'nin zihninden, modern zamanların 2013'ünde çıkmış ama sanki Kubrick'in imzasını attığı bir kült film olma bahtiyarlığına erişmiş gibi, geldi ve daracık zihinlerimizi eski havasıyla genişletti. Jesse Eisenberg'in izlediğim 4. filmi ve açıkça söylemek gerekirse bu denli başarılı bir oyunculuk gerçekleştireceğine inanmıyordum. The Social Network, Now You See Me, Zombieland filmlerini izlemiştim ve keyif de almıştım ancak bunlar zaman öldürmek yada arkadaşlarınla birlikte izlenebilecek filmlerdi. Oysa The Double, senaryosunun Dostoyevski gibi büyük bir yazarın elinden çıktığı kült bir film, kesinle ailecek yada arkadaşlarla izlenebilecek basit bir film değildir. İmkanı yok yapamazsınız. Siz filmin barındığı anlamlarda, sonsuz bilinçaltı dehlizlerinde gezerken arkadaşlarınızın size cevabı bol bol somurtmak ve sıkılmak olacaktır.



 Mia Wasikowski 'nin filmi olduğunu bilseydim çok daha öncesinde izlemiştim. Özellikle Stoker, Madam Bovary, Alice in Wonderland gibi farklı filmlerde karşıma çıksa da yeteneği aşikardı. 
Çoğu konu ağırlıklı filmde ünlü oyuncular tercih edilmez çünkü karakterin ününün konuyu aşması bir diğer deyişle önünü kapatması istenmez. Konu ağırlıklı böyle bir filmde ismi çoktan duyulmuş bu iki karakteri görmek beni gerçekten şaşırttı. Ama belki de yönetmen bu gerçeğin farkında olduğundan filminin ismini duyurmak istedi. Ki oyuncuların yeteneği göz önüne alındığında yaptığı seçimlerin kalitesi yadsınamaz.



Filmin konusuna gelecek olursak Simon James insanların görmezden geldiği, içine kapanık, güçsüz bir adamdır. 19xxlerde, yaşlı ve karanlık bir dünyada kapana kısılmış, annesinin bile aşağıladığı Simon 7 yıldır bir fabrikada çalışmaktadır ve fabrikadaki insanlar ne yüzünü ne de ismini hatırlamaktadır. İş yerine her gidişinde ziyaretçi kartı imzalamak zorundadır, sevdiği kıza bir türlü açılamamaktadır ve restoranlarda siparişi ya yoktur ya da zamanında gelmemektedir.  Yaşadığı dünya o kadar karamsar ve karanlıktır ki her mahallenin kendine özel intihar timi vardır. Görmezden gelinmek, hayalet gibi yaşamak ve görüldüğü nadir anlarda aşağılanmak o kadar rezil bir duygu ki dayak yese, zorbalık görse belki daha az üzüleceksiniz. Sevdiği kızın tam karşı binasında otururken gizlice onu izlemesi ve yakaladığı nadir fırsatlarda konuşma yetisini kaybetmesi hayatın ona attığı kazıklardan sadece biridir. Bu Simon James öyle bir adamdır ki asansöre binse çalışmaz, inmeye kalksa kapı kapanır.



 Bu çaresiz yalnızlığın ve kaybolmuşluğun arasında Simon James bir gün James Simon adında biriyle tanışır. James, Simon'ın aynadaki yansıması gibi görünse de karakterleri arasında kocaman uçurumlar vardır. Simon restorandaki garsona bağırmanın etik bir davranış olmadığını düşünürken, James siparişini zamanında alır. Simon hazırladığı raporları patronuna bir gün gösteremezken James patronun halefi olur. Simon işçi kartıyla kapıdan geçemezken James'in tek bir gülümsemesi ona bütün kapıları ve bütün kadınları açar. Simon ilk başlarda bu arkadaşlıklarından eğlense de daha sonrasında eskisinden daha kötü bir hayatın içine çekildiğini fark eder. Çünkü James, Simon'ın yüzünü kullanmaya başlamıştır. Simon, James için yetenek sınavına girerken James onun kız arkadaşını çalar. Bir süre sonra Simon'ın şu şekilde bağırdığını duyarsınız: "İnsanım ben, fuckers, ben varım!"
Filmin sonunu sizlere bırakıyorum.
İzlemek isteyenler aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilir.
http://unutulmazfilmler.com/the-double-oteki-k2.html

30 Haziran 2014 Pazartesi

BAROBAX Baba To Ki Hasti





Disco Partizani'nin bu versiyonunu daha çok sevdiğimi belirtmem gerek. Bu arada gitarlı çocuk çok tatlıydı, değil mi?

Barobax - Soosan Khanoom





Ben sevdiysem siz kesinlikle bayılacaksınız. Videoyu izledikten sonra Youtube içeriğinde Soosan Khanoom Parody şeklinde araştırma yapın ve birbirinden komik videolarla karşılaşın.

18 Haziran 2014 Çarşamba

Dorian Gray : Kötülüğün Portresi


Dorian Gray... Oscar Wilde'ın basılmış tek eseri belki de klasikler arasındaki en iyi roman olmaya aday. Bu biraz da estetik zevk duygusuna ve kötülüğe ne yönden baktığınızla alakalı. Ruhu bir resme hapsolmuş genç ve güzel bir adamın sonsuz hazzı arayışını anlatan, hedonizmin, cinselliğin, kötülüğün, narsizmin sınırlarında gezen, doğal olduğu kadar da cüretkar bir roman. 
Roman 1980 yılında basılmış ve ister birebir ister uyarlamalı olsun bir çok filmi de mevcut. 1945, 1970, 1973, 2004 ve 2009 yıllarına ait olan filmler arasında en beğendiklerim sırasıyla 2009 ve 1945 oldu. 1890ların Londra'sında geçen hikaye 1970 ve 2004 yıllarında günümüze uyarlanmaya çalışılmış ve tam bir rezalette sonuçlanmıştır. Bu tabi benim şahsi kanaatim ancak Dorian Gray'i günümüz dünyasına saldığımız da estetikten uzak ve tamamen sapıkça bir görüntüyle karşılaşıyoruz. Klasik müzik eşliğinde, tarihin parıltıları arasında, süslü balolarda, lord ve leydilerle elinde şarap gülümseyen Dorian Gray gençliği ve güzelliği ile herkesi canlı bir tablo gibi kendine hayran bırakırken, 1970 yılında altında kot, üstü çıplak, boynunda sırıtan bir fularla poz veren Dorian Gray homoseksüel bir dergiden fırlamışçasına yavan kalıyor. Filmi izledikten sonra yaptığım araştırmada ilginç bir şeye rastladım. Serinin dizisi var ancak tamamen ses halinde. Nasıl derseniz, şöyle anlatayım. Big finish adlı sitenin dağıtımını yaptığı ve telif haklarına sahip olduğu dizi aynen bir şarkı listesi gibi bölüm bölüm olarak satılıyor. Ve seslendirenler de yine ünlü oyuncular. Dizinin 1. bölümünden trailer :

          




Kitabın ve filmlerin ortak konusuna dönersek size Dorian Gray adında güzel bir erkekten bahsetmem gerekir. Dorian asil bir lordun torunudur ve büyükbabası öldükten sonra küçük bir kasabadan Londra'ya gelir. Basil yetenekli bir ressamdır ve her sanat aşığına olacağı gibi o da Dorian'ın sahip olduğu bu gençlik, güzellik ve masumiyet karşısında şuurunu yitirir, Dorian'ı izleyerek geçen günler sonunda ortaya gerçeğine tıpatıp benzeyen bir tablo çıkartır. Harry, Basil'in karamsar, hedonist, yoldan çıkmış bir arkadaşıdır. Dorian'ı gördüğünde ona kimsenin sahip olmadığı iki muhteşem şeye sahip olduğunu söyler: Gençlik ve güzellik...Dorian, Harry'nin rehberliğinde hazzın ve cinselliğin tavan yaptığı Londra gecelerine uzun bir yolculuğa çıkar. Basil Dorian'a hayran hatta aşıktır ama günler geçtikçe Dorian'ın ağzından Harry'nin cümlelerine duymaya başlar. Dorian öyle bir duruma gelmiştir ki Basil onu uyarır: "Harry'nin ağzından çıkan her cümleye inanma. Çünkü o inanmaz." Gerçekten de durum böyledir. Harry kendince Dorian'na bir erkeğin haz peşinde koşmasının doğruluğunu öğretir ancak hiçbir zaman sınırlarını aşmamıştır. Dorian ise gün geçtikçe kötülüğe batar. Londra'ya yeni geldiği günlerden bir gün Harry, Basil ve Dorian bir konuşmalarında estetik zevkten bahsederler. Basil güzelliğin geçici olduğu için değerli olduğunu dile getirmiştir. Bunun üzerine Dorian resmine bakıp sonsuza kadar o tablodaki gibi genç ve güzel olmak için ruhunu şeytana satabileceğini söylemiştir. Tüm bu haz ve karanlığın yolculuğunda ilerlerken Dorian tek bir gün dahi yaşlanmamıştır. Tablo ise çürümüş, eskimiş ve günah dolu bir ruha ev sahipliği yapmıştır. 
Sonunu siz sinemaseverlerin takdirine bırakıyorum. 1945 versiyonunu izlerken beni şaşırtan ve çok mutlu eden bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Film Ömer Hayyam'ın bir rubaisi ile başlıyordu. Bahsettiğim rubainin önce ingilizcesine rastladığımdan türkçesini bulmak zor oldu. 66 numaralı rubaiyi sizlerle paylaşmak istiyorum ancak ingilizce versiyonunu daha çok beğendiğimi söylemekten biraz utandığımı da ifade etmek isterim.

Hep  arar dururdum, dünyaya geleli,  
Alın yazısı, cenneti, cehennemi.  
Hocam kesti attı, sağlam bilgisiyle:  
Alın yazısı, cennet cehennem sende, dedi. 

"I sent my soul through the invisible, 
some letters of that after-life to spell, 
and by and by my soul did return, 
and answered, 'I myself am Heaven and Hell.'"


not: filmin soundtrack listesinde olan ve beni kendine hayran bırakan bir vals ile sizi baş başa bırakıyorum.

14 Haziran 2014 Cumartesi

2Cellos - Thunderstruck

Kesinlikle böyle bir şey beklemiyordum. Ama iyi ki buldum. 2 yakışıklı ve 2 çello. Bir noktadan sonra "çal beni!" diye çığlık atmak istiyorsun ama şans işte...



2CELLOS - Thunderstruck paylaşan: Spi0n

Dünyanın En kısa korku Hikayesi

"The last man on Earth sat alone in a room. There was a knock on the door..."

Dünyadaki son adam bir odada yalnız oturuyordu. Ve kapı çaldı.

Fredric Brown



Bu hikaye beni çok düşündürür. Neden mi? Okuduğunuz hikayeleri gözden geçirin ve düşünün. Hikaye ne kadar uzunsa anlamı o kadar darlaşır. Ama bu kısa hikaye hakkında yüzlerce sayfalık bir makale yazılabilir. Çok garip değil mi? Örnek olarak "ben" kelimesini verelim. Sadece "ben"i anlatan milyonlarca roman vardır hatta daha iddialı konuşmak gerekirse var olan her şeyde "ben" gizlidir. Sözcükler kısaldıkça anlamları genişler ve hayal gücünün karanlık dehlizlerinde bizi garip yolculuklara çıkarır. BU hikayenin bu derece etkili olmasının sebebi kısalığıyla anlamlandırmayı bizim hayal gücümüze bırakmasıdır. Ve tabii insanlığın farklı fıtri etkenleri de var ortada. Bilinmezlik, tekliğin gücü ve korkutuculuğu, kapı ve oda kelimelerinin barındırdığı geniş anlamlar. Kapının öteki yanında kim yada ne olduğunu bilmediğimiz bir şey var. Çoğu yabancı kaynakta örnek olarak vampirler ve zombiler gibi canavarların kapının ardında olduğu belirtiliyor. Bu bana göre Amerikan kültürünün onlara bastırdığı korkuların bir yan ürünü. Kapının ardındaki canavarın her zaman elle tutulur olması gerekir ve dezavantajı olmalıdır ki kahraman günü kurtarabilsin. Ancak kendi şahsi kanaatime göre kapının ardındaki bilinmez şey tüm bu vampir yada zombi saçmalığından kat be kat korkunç. Onun korkunçluğu ve kudreti bilinmezliğinde yatıyor. Ve siz bilmediğiniz bir şeyi asla yenemezsiniz. tekliğin gücü de bizi sürükleyen diğer bir korku faktörü. Odada yalnız oturan adam tektir, dünyadaki son adamdır. Kimi yorumcular cümledeki adam kelimesine vurgu yaparak yaşayan son şeyin o olmadığını dile getirirler. Kapıyı çalan bir bayan da olabilir ki bu anlamı bayağı bir daraltır. Bu anlam darlığından kaçmak adına dünyada var olan, nefes alan son insanın o adam olduğunu düşünelim. Dünyada ne olmuş ki tüm o yaşam özünü tek bir insana indirgemiş? Hangi vahşi olay, ne tür bir kıyamet o adamın tekliğine sebep olmuş? Kendi yalnız tekliğinde yaşamsal varlığının hem hiç bir anlamı kalmamış hem de tüm anlamı o olmuş. Bilinmezlik ve teklik faktörleri size kimi hatırlatıyor? Neden bu iki sözcük bu kadar güçlü? TANRI! Hem bilinmeyen hem de tek olan Tanrı'dır. Tanrı'nın bütün kudreti bilinmezliğinde ve tekliğinde yatar. İnsanoğlunun mükemmelliyetlik atfettiği Superman'e bakın. O mükemmel erkek kriptonitten korktuğu andan itibaren, dezavantajı olduğu andan itibaren mükemmelliğini kaybetmiştir ve sıradanlaşmış, insanlaşmıştır. İnsanlık aciziyet ve zayıflık anlamına gelir ve o anda o odada yalnız başına oturan adam var olan en aciz ve basit yaratıktır. Çünkü Tanrı tekliğinden güç alırken insanoğlu çokluğundan güç alır. En güçlü insanlar çokluğu, kalabalığı yöneten ve kontrol edenlerdir. Diğer iki faktör de kapı ve oda kelimelerinin nesnel güçleridir. Kapı daima açılmaya mahkumdur ve onu dış dünyadan koruyan şey sadece anahtarıdır. O kapı açıldığı an bir şey olacak. Bilmediğiniz bir durum ortaya çıkacak. Bir odada yalnız olduğunuzu ve sabit bir şekilde kapı koluna baktığınızı düşünün. Dünyada hayatta kalmış son adamsınız ve sizin anlamını değiştirecek, kendi kişisel dünyanızı yerinden oynatacak tek şey o kapının kolundaki hareket olacaktır. Odayı düşünelim. Oda duvarlarla çevrilmiş bizi dış dünyadan saklayan tek şeydir. O odada olduğun sürece göremezsin, duyamazsın ve bilemezsin. Ve dışardakiler de seni göremez, duyamaz ve bilemez. Oda bir tür korunaktır. Oda bir tür zindandır. Kapının anahtarının kimde olduğu odanın sahip olduğu bütün anlamları değiştirir. Anahtar sendeyse oda senin sığınağın, dışardaysa zindanındır. Ve böylece bu iki cümle dünyanın en korkunç hikayesi olur.

25 Mayıs 2014 Pazar

Şeker Portakalı





Jose Mauro de Vasconcelos... Onun bu harika kitabını ilkin 7. sınıfta okuduğumu sanıyorum. Gözyaşları içinde, yüreğime Zeze adında bir kuş yerleştirerek kitabı bitirmiştim. o kadar vurucu ve şeker bir kitaptı ki benden yedi ve altı yaş büyük iki ablama da okutmuştum. Zeze'nin küçük dünyasındaki büyük hayalleri, Portuga'ya sevgisi, bir babaya duyduğu ihtiyacı içimi acıtmıştı. Sonrasında lise 1 ve sonda da okudum. Ve göremediğim, çözemediğim duyguları tadına vara vara içime çektim. Sonrasında Delifişek, Güneşi Uyandıralım ve Kayığım Rosinha'da bu harika masalı takip etti. Özellikle Kayığım Rosinha'da insanlığa, normalliğe çığlık çığlığa isyan ettim. Gerçekliğin ne kadar farklı anlamlar taşıyabileceğini ve her zaman beyaz olmadığını öğrendim.



Aradan uzun zaman geçti. Önce Şeker Portakalı'nın filmi çıktı dediler, daha sonra kitabının yasaklandığını haberlerden duydum. Filminin çıktığını duyduğunda sevinen kalbim ve canlanan çocukluğum, kitabın yasaklandığını duyduğunda paramparça oldu.



 Filmini türkçe bulamadım ama olsun. İngilizce ile aram iyi olduğundan bu sorunumu da çok kolay çözdüm. Önce 2012 yapımlı filmi izledim. Tekrar tekrar gözyaşları içinde ağladım ve eski dostuma merhaba dedim. Daha sonra 1970 versiyonunu izledim. 1970 versiyonu kitapla daha uyumluydu ama oyunculuk ve samimiyet açısından iyi değildi. 2012 versiyonu ise kitaptan eksikleri olsa da oyunculuk ve samimiyet açısından idealdi. Filmler bittikten sonra böyle harika bir filmi herkes izlemeli diye düşünerek sizlere bir link hazırladım. Buyurunuz. Emin olun pişman olmayacaksınız. İzleyin ve izletin ölmeden önce...

Link için tıklayınız.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Bir madencinin son anları

Karanlıktaysan gölgen bile seni yalnız bırakır diyorlar, ama ben gõzlerimin önündeki sonsuz karanlığa bakarken yalnız olmadığımın farkındaydım. Hatta zorlarsam etrafımı saran kömür karası yüzlerin ardındaki parıltılı korkuyu seçebileceğime inanıyordum. Korku onlarca bedenin arasında leş gibi genzimize dolarken tek bir rüzgar fısıltısının dahi olmadığı bu tünelde tüyleri diken diken eden garip bir ürperti dolaşıyordu. Havasızlığın, adrenalinle artan terin, kömürün ve belli belirsiz duyulan toprak kokusunun yanına adi bir katil misali eklenen yanık kokusu uzayan tünellerin içinden usulca yaklaşıyordu. Karısını, doğmamış çocuğunu yada annesini düşünen var mıdır bilmiyorum ama o an ölümü düşündüğüme emindim. Yaşayacak mıyız ya da kurtulacak mıyız soruları ortamın içler acısı çaresizliğine göre fazla ümitvar kaçıyordu. Ben daha çok içinde ölüm geçen sorularla ilgileniyordum. Ölecek miyiz? Ne zaman öleceğiz? Yanarak mı, karbonmonoksit zehirlenmesinden mi öleceğiz? Belki de birazdan tavan çökecek, ya da yangından kaçarken düşüp can çekişen ayaklar altında ezilmek ile gelecek ecelim. Sessizlik mi daha güvenli yoksa ses mi diye kendime soruyordum. Susup kurtuluşun sesini dinliyorduk. Toprağın kazılma seslerini duymaya, hayat ışığını bir kez daha görmeye çalışıyorduk. Sessizliği arasıra ama gittikçe daha yakından bozan çığlık sesleri bize ölümün de yaklaştığını hatırlatıyordu. Sanki ihtiyacımız varmış gibi! Kalbimin sesi tüm seslerden daha yüksek çıkarken ölümün sesini tanıyabiliyordum. Birazdan kalbim duracak. Daha önce ölümü neredeyse hiç düşünmemiştim. Aklımın bir köşesinde hep altmışlı yaşlarımdan sonra yatağımdayken uykuya dalarcasına bu diyarlardan uzaklaştığım yatardı. Bu kadar çabuk, adice, korkunç ve trajik bir farkındalık sonucu olacağını nereden bilecektim. Aldığım her nefes bir başkasının hayatını kısaltıyordu ama insan öleceğini bilirken bencillikten kurtulamıyor. Ağlayanları duyabiliyordum. Sarsıcı hıçkırıklar değildi bunlar. Daha alçaktı,  bir erkeğin son anlarında gururunun sökülen ufak parçalarıydı. Gittikçe nefes sesleri arttıyordu. Daha derinden, daha yakıcı nefesler aldığımızın farkındaydım. Alamıyorduk ki! Ölümün farkındalığıyla damarlardaki adrenalin hızla yükseliyor, daha derin nefesler almaya zorluyordu. Havasızlık arttıkça ciğerler isyan ediyor nefeslerimizi sıklaştırıyordu. Ölüme ne kadar kaldı? On dakika bu kadar adam için çok az, belki beş dakikamız ya var ya yoktu. Beynimde tik takları tüm dünyamı saran bir saat kumlarını üzerime doğru çökertiyordu. Ölecektim. Son iki dakika. Nefes almayı mı unuttum yoksa? Bir tane daha... kaç tane nefesim kaldı geriye? Boğazım yanıyordu. Gõzlerim yaşlıydı. Acıdan mı korkudan mı? Bir dakika? 10 saniye? Nefes alamıyorum!!! Bana baksanıza! Biri yardım etsin. Görmüyor musunuz? Bir kaç el boğazıma yapışıyor sanki! Kimse öksürüklerimi duymuyor mu? Yoksa onlar öksürüyor da ben mi ölüyorum? Işıkları açın! Kapıları açın! Boğuluyorum! Ben...şimdi...gerçekten...ölecek miyim?! Bu gördüğüm tünelin sonundaki ışık yangın mı ruhumun ahirete sızan kanatlarımı? Ölüyorum! Dinin, felsefenin, siyasetin, eğitimin boğulduğu yerdeyim! Karanlıktaysan gölgen bile seni yalnız bırakır diyorlar. Eyvallah arkadaşlar, gölgelerin dahi şerefsiz olduğu bu dünyayı güneş yanığı suratlara bırakıyorum!

Posted via Blogaway


Posted via Blogaway

19 Nisan 2014 Cumartesi

Victor Hugo - Hz. Muhammed Şiiri

"Je m'ignore ; je suis pour moi-même voilé, DIEU seul sait qui je suis et comment je me nomme : Ben bile kendimi tanıyamıyorum ; kendikendime yabancıyım, kim olduğumu ve adımın ne olduğunu, yalnızca Allah bilir."
L'AN NEUF DE L'HEGIRE
(HİCRİ DOKUZUNCU SENE)
MAHOMET
HZ.MUHAMMED
Vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu
Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu
Yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu
Her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu
Oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında
Durup su içen develeri izliyordu arada sırada
Böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu.
Sanki Cenneti görmüş, İlahi Aşkı bulmuştu
Sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu
Alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi
Kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi
Boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki.
Tufanın sırlarını bilen Nuh'un havası vardı.
Ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı
Kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi
Sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi
Ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı
Çok az yer, karnının üzerine taş koyardı.
Boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı
Oturur yere,elbiselerini kendi yapardı
Artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı
Yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı
Altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu
Kutsal Kitap Kur'an'ı bir kez daha okudu
Sonra, sancağı, Said'in oğluna teslim etti.
Onlara: "Artık aranızdan ayrılma vakti geldi
Allah birdir, hep onun yolunda savaş" dedi.
Mahzundu,bakışlarında, yurdundan zoraki
Sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki
Yine, her günkü vaktinde mescide geldi,
Ali'ye tabi olanlar da arkasından geliyordu
Ve, kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu.
Benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi
"Ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici
Biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan O'dur
Ey insanlar, O'ndan başka rehberim yoktur
Onsuz bir değerim olmazdı."
Bir zat ona : "Ey müminlerin gerçek Sultanı!
Seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne
Sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüne
Kisra sarayının üç kulesi birden devrildi" dedi.
O da: "Melekler ölümümü müzakere etti;
Vakit tamam, dinleyin! Eğer herhangi birinize
Bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde
Ben ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi;
Kime vurmuşsam, o da bana vursun" dedi.
Ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere.
Yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte
Ona: "Tanrı yardımcın olsun!" diye seslendi.
Bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi
Dalgındı; birden, şöyle dedi: "Herkes duysun!
Allah benim adımı andı! Bundan emin olun
Topraktan insan, nurdan bir peygamberim
İsa'nın getirdiği dini tamamlamaya geldim.
Ashabım, ben sabır taşıyım, İsa tatlı dilliydi.
Zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi
İsa benden önce, ama ne Tanrıdır ne de oğlu
O, gülü koklayan Bakire Meryem'den doğdu.
Unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim
Kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim;
Şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı;
Çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı
Baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti;
Ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli
Korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı
Bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı.
Tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli
Ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini
Böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir
Cezalarını çekince de, yeniden huzura erişir.
Ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım
Bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim
Kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir
Bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir;
Ey inananlar! Çektiklerimi görüyorsunuz işte!
Karşıma alıp,insanı aldatıp yeniden delalete
Sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri
Engellemeye çalıştım,bağladım o pis ellerini
Çoğu zaman, Yakup gibi, karanlıklar içinde
Çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle;
Fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi
Bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi
Ben ise, asla, Hak davamdan vazgeçmedim
Onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim
Savaş boyunca: "Bırakın yapsınlar!" diyordum
Kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum
Varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki
Zira sağ ellerine Ayı, sol ellerine Güneşi
Versem de, düşmanlarım vazgeçmezdi asla
Yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta
Fakat ne olursa olsun geri adım atmadım
Zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım
İşte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım
Şimdi Allah'a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım.
Greklerin Hermès'i, Yahudilerin de Lévi' yi
Desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni
Çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak
Bu soğuk, ıssız geceye elbet Güneş doğacak
Müminler, asla ümidinizi kesmeyin O'ndan
Zira Kronnega dağlarını aslan yuvası yapan,
Denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla
Donatan Allah, elbet sizleri de koymaz darda.
Sonra: "O'na inanıp teslim olun " diye ekledi
İnanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri
Cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri
Kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri;
Hiç kimse tamamen günahsız değildir belki
Ama çabalayın ki, Allah cezalandırmasın sizi
Namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere
Zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece
O'nun için yere kapanmayan bedenleri yakar
O, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar;
Misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin
Yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için
Yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar,
Ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar
Huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli
İncilerden yapılmış köşklerde oturur her biri
Cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine!
Ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde,
Sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak
Cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak."
Biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi
Sonra, ağır adımlarla yürümeye devam etti
Ardından : "Ey insanlar! Size sesleniyorum
Vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum
Belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin
Beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin
Bir hatam olduysa,yüzüme söylesin" dedi.
Kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi
Gitti ve Ebufleya Kuyusunda sakalını yıkadı
Biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi
"Şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi" dedi.
Herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri
Bakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana,
Ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler ona
Birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi
Bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi
Ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince
"Ben artık kalkamıyorum, dedi, Ebubekir'e
Kitap'ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı."
Eşi Aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı
Ebubekir okuyor, Muhammed ise dinliyordu
Nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu
O, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu
Ve, Ölüm Meleği çıka geldi akşama doğru
"İçeri girebilir miyim" diye müsaade istedi
"Gelsin" dedi. Dünyaya açtığı o ilk günkü gibi
Yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,
Ve, Melek ona : "Allah seni bekliyor" dedi
Memnuniyetle, dedi. Şakakları şöyle bir titredi
Bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.
(İHA)

13 Nisan 2014 Pazar

İndila - Derniere Danse

Bazı şarkılar var ki sevmek için o dili bilmek gerekmez. Ruhunuza dokunur, rüzgarda kanatlanır ve sizi sonsuz hayallerin koynuna bırakır gider. Bu şarkı işte o inanılmaz eserlerden bir tanesi... ancak sözlerin anlamı ve video ile desteklendiğinde ortaya muhteşemliğin anlamını sorgulatan bir eser çıkmış. dinleyelim ve dinletelim ölmeden önce...




"Dernière Danse"
 "Son Dans" 

Oh ma douce souffrance,
 Ah benim tatlı ızdırabım,
 Pourquoi s'acharner tu r'commence 
Neden tekrar saldırmaya başlıyorsun 
Je ne suis qu'un être sans importance
 Ben önemi olmayan biriyim 
Sans lui je suis un peu "paro" 
Onsuz ben biraz "duygusalım"
 Je déambule seule dans le metro 
Metroda tek başıma yürüyorum 

Une dernière danse 
Son bir dans 
Pour oublier ma peine immense
 Muazzam acımı unutmak istiyorum
 Je veux m'enfuir, que tout recommence 
Bu başlamakta olan şeyden kaçmak istiyorum
 Oh ma douce souffrance 
Ah benim tatlı ızdırabım 

Je remue le ciel, le jour, la nuit 
Gökyüzünü, geceyi, gündüzü birbirine karıştırıyorum 
Je danse avec le vent, la pluie 
Rüzgar ve yağmur ile dans ediyorum 
Un peu d'amour, un brin de miel 
Biraz aşk, bir tutam bal
 Et je danse, danse, danse, danse, danse, danse 
Ve dans, dans, dans, dans, dans, dans 

Et dans le bruit, je cours et j'ai peur 
Karmaşanın içinde, koşuyorum ve korkuyorum 
Est-ce mon tour? Bu benim kulem mi?
 Vient la douleur... 
Acıyla gelen... 
Dans tout Paris, je m’abandonne 
Tüm Paris'te, kendimi dışladım
 Et je m'envole, vole, vole, vole, vole 
Ve kuş olup uçuyorum, uçuyorum, uçuyorum

 Que d’espérance...
 Bir umutla...
 Sur ce chemin en ton absence 
Bir patikada tüm yokluğunla
 J'ai beau trimer, sans toi ma vie n'est qu'un décor qui brille, vide de sens 
Güzel kölenim, sensiz hayatım dikkat çekmeyen bir dekor gibi, anlamsız 

Je remue le ciel, le jour, la nuit
 Gökyüzünü, geceyi, gündüzü birbirine karıştırıyorum 
Je danse avec le vent, la pluie 
Rüzgar ve yağmur ile dans ediyorum 
Un peu d'amour, un brin de miel 
Biraz aşk, bir tutam bal 
Et je danse, danse, danse, danse, danse, danse 
Ve dans, dans, dans, dans, dans, dans

 Et dans le bruit, je cours et j'ai peur
 Karmaşanın içinde, koşuyorum ve korkuyorum 
Est-ce mon tour? 
Bu benim kulem mi?
 Vient la douleur... 
Acıyla gelen...
 Dans tout Paris, je m’abandonne 
Tüm Paris'te, kendimi dışladım
 Et je m'envole, vole, vole, vole, vole
 Ve kuş olup uçuyorum, uçuyorum, uçuyorum

 Dans cette douce souffrance.
 Bu tatlı ızdırabın içinde.
 Dont j'ai payé toutes les offenses 
Tüm hataların bedelini ödedim 
Ecoute comme mon cœur est immense 
Kalbim çok büyükmüş gibi dinle 
Je suis une enfant du monde 
Ben bu dünyanın evladıyım 

Je remue le ciel, le jour, la nuit 
Gökyüzünü, geceyi, gündüzü birbirine karıştırıyorum 
Je danse avec le vent, la pluie 
Rüzgar ve yağmur ile dans ediyorum 
Un peu d'amour, un brin de miel
 Biraz aşk, bir tutam bal 
Et je danse, danse, danse, danse, danse, danse 
Ve dans, dans, dans, dans, dans, dans

 Et dans le bruit, je cours et j'ai peur 
Karmaşanın içinde, koşuyorum ve korkuyorum 
Est-ce mon tour?
 Bu benim kulem mi?
 Vient la douleur... 
Acıyla gelen... 
Dans tout Paris, je m’abandonne 
Tüm Paris'te, kendimi dışladım 
Et je m'envole, vole, vole, vole, vole Ve kuş olup uçuyorum, uçuyorum, uçuyorum - 

çeviri kaynak: http://www.songseffect.com/2014/03/indila-derniere-danse-turkce-cevirisi.html#sthash.LoYGZYmc.dpuf
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...