30 Ağustos 2011 Salı

Göçebe; Stephanie Meyer'in kaleminden şaşırtıcı bir yapım

Yazıma başlarken başlıktaki şaşırtıcı ifadesine dikkat çekmek istiyorum. Peki ama neden şaşırtıcı? Sebebini şöyle açıklayayım. Stephanie Meyer'i çoğunuz Alacakaranlık ( Twilight ) serisi sayesinde tanıyorsunuzdur. Seriyi okuyanlar bilir. Seri bir vampir çılgınlığını da beraberinde getirmiştir. Serinin gizemli ve karanlık havası gothic tarza da yeni bir bakış getirmişti. Böyle karanlık ve gizemli bir kitabın ardında biz okurların beklediği aynı tarzdan bir şeylerdi. Yani bu kez de gülyabanili cinli bir şey olsaydı yine şaşırmayacaktık. Ancak Meyer kalitesini bir kez daha ortaya koyup ilk seriden arasında uçurumlar olan yeni bir baş yapıta imza attı. Astronomik derecede kaliteli bir yazar olduğunu bizlere göstermek için uzaya da el attı bu tatlı arkadaşımız. 
Biz okurların bildiği gibi bilim kurgunun klişelerinden biri de insanoğlunun dünyayı hak etmediğidir. Her ne kadar bu doğru olsa da bunu tekrar tekrar gözümüze sokmaları yazarlarımızı ayıplatıyor doğrusu. Daima dış dünyadan yeni bir tür gelir ve ' dünyayı kirletiyorsunuz madem, onu bize verin ' der ve savaşı başlatır. Dağdan gelip bağdakini kovar misali gelip de bizi katlettiklerine bakmayın siz, iç dünyalarında gerçekten dünya barışı, çevreyi temiz tutalım, kardeş olalım şeklinde yumuşak sevgi dolu varlıklardır bu uzaylılar. :)
Göçebe'de bu hanın yolcularından birisi. Dış dünyadan gelen çevre dostu uzaylılarımız dünyayı elimizden almakla kalmıyorlar bedenlerimizi de alıyorlar... Temiz iş yapıyorlar anlayacağınız. Daha önce rastlanmamış yeni bir imajla uzaylılarımız her zamankinden daha korkunç ve güçlüler. Ama böyle dediğime aldırmayın çünkü bu uzaylılar korkunç oldukları kadar insaflı, akıllı ve hassas ruhlar. İşlerini büyük bir titizlikle yapıyorlar. Böyle bir çalışmayla bizim insanlarımızın kazanması da bir hayli zor oluyor. 
İki karakter tek beden olayı var kitapta. Birisi Melanie... Bu arkadaşımız kitabın baş karakterinin vücuduna sahip çevik, cesur ve fadakar bir zat. Ailesini kurtarmak için çeşitli engeller atlatmış tam bir savaşçı. Hayat şartları ve korku ile büyümüş. Ölmesi gerekirken ölüme karşı savaşan temiz yüzlü bir kız.
 Kitabın as oyuncusu ve Melanie'nin bedenine girmiş uzaylı ruh ise Göçebe... Bu hanım ruhumuz ise nur gibi beyaz, tüyü müylü bir şey. Hassas, sevgi dolu, ana gibi yüreği olan şefkatli bir vatandaş. Melanie ne kadar zorluysa bu kızımız da o kadar yumuşak. Kader bunları aynı bedende birleştirince zincirin en güçlü halkası olması gereken uzaylı , Melanie'nin savaşını kendine mal ederek en zayıf halkaya dönüşüyor ve cephede insan saflarının en ön kısmında yerini alıyor. 
  Kitabı okurken sadece okumakla kalmıyor Meyer'in kalitesiyle yaşıyorsunuz resmen. Bu yapımı kesinlikle tavsiye ediyorum. Kitaplığınızın baş köşesine koyun diyorum. İyi okumalar...



Aşağıda kitabın konusu bulunuyor.

Dünyamız görünmeyen bir düşman tarafından istila edilmişti. İnsanların bedenleri, bu istilacılar için sahiplik yaparken bedenler bir değişikliğe uğramamış gibi görünse de, zihinleri ele geçiriliyordu. Neredeyse herkes teslim olmuştu.Geriye kalan "vahşi" birkaç insandan biri olan Melanie, yakalandığı zaman sonunun geldiğine inanır. Göçebe, Melanie'nin bedenini alan "ruh", yetkililer tarafından bir insan bedeninin içinde yaşarken karşılaşabileceği zorluklar hakkında uyarılmıştır: Baskın duygular, hislerin yoğunluğu, çok canlı olabilen anılar… Ama Göçebe'nin beklemediği bir zorluk vardır: Bedeninin önceki sakini zihninden vazgeçmeyi reddeder.Göçebe, Melanie'nin düşüncelerinin derinlerine inerek geri kalan insanların nerde olduğunu öğrenmeye çalışır. Ama Melanie'nin zihninde tek görebildiği, sevdiği adamın, hâlâ saklanan bir insan olan Jared'ın hayalidir. Bedeninin arzularına direnemeyen Göçebe, yakalamak zorunda olduğu bu adama karşı özlem duymaya başlar. Dış güçler, Göçebe ve Melanie'yi, aslında istemeseler de, ortak bir hedefte birleştirir ve birlikte sevdikleri adamı bulmak için tehlikeli ve sonu belli olmayan bir macera için yola koyulurlar.Zamanımızın en çok ilgi uyandıran yazarlarından biri olan Stephenie Meyer, aşkın direnci ve insan olmanın asıl anlamını anlatan, unutulmaz ve heyecan dolu bir romanla yine sizlerle beraber.

28 Ağustos 2011 Pazar

Birkaç anlamlı resim ve kelimeler

HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Yazar : CAN YÜCEL












27 Ağustos 2011 Cumartesi

Epica - Chasing the Dragon


İn the shadows - The Rasmus


Muzicons.com

Sevgilim - Shakespeare


SEVGİLİM


Ey sevgilim, nerelerde dolaşıyorsun böyle?
Geliyor seni candan seven aşığın dur onu dinle.
Elemi de, neşeyi de beste yapmış diline.
Uzaklaşma şirin yarim.
Yolculuklar ,aşıkların buluşmasıyla nihayetlenir.
Her tanrı kulu bunu bilir.

Aşk nedir? Ahret demek değildir her halde.
Çınlamalıdır neşesi bu anın gene bu anın kahkahalarıyla
Çünkü ne olacağı yarının meçhulümüzdür hala,
Boş yere vakit geçirmekten artık yoktur bir salah:
Öyle ise gel öp beni,genç ve tatlı sevgilim,
Ömrü pek azdır gençliğin.

Blind Guardian - The Eldar ( Piano )


OFELYA


Yıldızların vurduğu durgun, karanlık suda
Beyaz Ofelya, büyük, beyaz bir zambak gibi,
Gelin esvapları içinde dalgalanmada.
Uzak ormanda yerlilerin gürültüleri.


Mahzun Ofelya, beyaz bir tayf gibi, yıllardır
Dolaşır bu siyah nehrin suları içinde.
Deliliği içinde bir şarkı mırıldanır,
Bir çocukluk şarkısı, akşam serinliğinde.


Rüzgâr göğsünü öper ve açar yaprak yaprak
Sularda ağır ağır savrulan etekleri.
Söğütler omuzlarına sarkar ağlaşarak,
Hulyalı alnına eğilir su çiçekleri.


Dört bir yanına üzgün nilüferler dizilir.
Uykudaki bir ağaç uyanır, zaman zaman;
Bir yuvadan küçük bir kanat sesi yükselir;
Sihirli bir şarkı gelir altın yıldızlardan!






                            Arthur Rimbaud



Hristiyanlıkta Cennetin Katları



CENNETiN iLK KATI (Shamayim)


Cennetin en alçak katıdır. Shamayim Dünya ile sınırdır ve Gabriel tarafından yönetilir.
Bulutları, rüzgarları ve üst suları ihtiva eder ve yıldızları yöneten 200 astronom meleğin evidir.


CENNETiN iKiNCi KATI (Raquia)


Raquia, Zachariel ve Raphael melekleri tarafından yönetilir.
Bu cennet katında hapsolmuş Fallen Angel'lar (Düşen Melekler) tamamen karanlıkta son yargılamayı beklerler.
   
CENNETiN üçüNCü KATI (Shehaqim)


Enoch'a göre, cehennem cennetin üçüncü katının sınırları içinde durmaktadır. Sagun; Anael ve üç adet ikincil melek: Jagniel, Rabacyel ileDalquiel tarafından yönetilirdi ve islamik ölüm meleği Izra'il (Azrail) burada ikamet eder. Burada kötülere melekler tarafından işkence uygulanır. Güney bölgesinde ise; erdemli, iyi ruhların ölümden sonra gideceği Eden'in Bahçesi olduğu düşünülen cömert cennet bahçesi bulunmaktadır.


CENNETiN DöRDüNCü KATI (Machanon)


Michael tarafından yönetilir, cennetin dördüncü katıdır, "Göksel Kudüs, kutsal tapınak ve onun sunagının yeridir" (Godwin,s. 122). Enoch'a göre , aslında Eden'in Bahçesi üçüncü cennette değil burada bulunmaktadır.
CENNETiN BEŞiNCi KATI (Mathey)


Mathey (Aaron) Tanrı'nın ve öç alma meleklerinin evidir. Kuzey sınırları Sandalphon tarafından yönetilir. Ayrıca Fallen Grigorilerin (Watchers) yuvasıdır. Diğer bir yandan güney bölgesinde; durmadan Tanrı'ya şükreden melekler bulunmaktadır.
   
CENNETiN ALTINCI KATI (Zebul)


Cenettin 6. katı sabahları Zebul, akşamları Sabbath tarafından yönetilir. Bu fırtınalı, kar baskınına uğramış tepe 7 anka kuşu ile 7 ilahi söyleyen Cherubimin yaşadıkları yerdir. Bunların dışında pek çok melek tarzı yaratık da burada astroloji, ekoloji ve insan türlerini çalışmak üzere ikamet eder.


CENNETiN YEDiNCi KATI (Araboth)


Cennetlerin en kutsalıdır. Araboth, Cassiel tarafından yönetilir ve Tanrı'nın kutsal tahtının bulunduğu cennettir. Ayrıca yüksek melekler de burdadırlar; Seraphim, Cherubim ve Thrones. Cennetin yedinci katı doğmayı bekleyen insan ruhlarının saklandığı yerdir. Tanrı ve Torah'ın prensi Zagzagel de burda otururlar.

Peygamberimize Mektup ve bir yürek dolusu sevgi gönderiyorum.


 Bugün sizle yıllar evvel yazdığım bir mektubu paylaşmak istiyorum. Selametle...


                                                                     EFENDİM!


Güller… Mis kokulu kızıl güller… Hepsi de sahiplenmişçesine senin emanet kokunu başı dik taze güller… Her bir nadide yaprakta o kutsal yüz suyun saklı efendim!!! Ne kadar da ulvi bir meşakkatle seni sunar gibi uzanırlar seni arzulayan binlerce aciz ve yaşlı gönüle…
            Efendim, ne yürekler ağladı ardından bilir misin? Senin sarsılmaz inancın ve yüce bir mabet olan gönlün ‘ümmeti ümmeti’ diye çarparken ‘Muhammedi’  kokan kalpler ayak izine hasretti…
            Çölde sevgine susamış aciz birer bedeviydik biz, senin Alilerin, Ebu Bekirlerin, Ömerlerin vardı… Bizse her bir sahrada senin adının yankısını arardık. Gül yüzüne doyamazdı bakmaya sahaben, ama biz adını duyuşumuzla ağlardık! Adını duyuşumuzla gülerdik! Günahlarımızla pervane ve iç içeyken senin adınla yıkardık kirlenmiş yüreklerimizi.
            Kâbe’nin kadim duvarlarını cennet taşlarıyla ören atan İbrahim gibi, Rabbim de senin sevgini aynı hürmet ve arzuyla ördü yüreklerimize. Hasretin kavuruculuğu üzerimize çığlar gibi yağdı. Bekleyiş… o vuslat öyle bir kader anının tecellisi ki her geçen saniye yürek acımıza yeni bir çizgi çektik. Şafak sayarcasına… Kavuşma özlemiyle yandık… Tutuştuk.
Yüzünün her bir kutsal çizgisine hasretken umutsuz bir başkaldırışla Ömer gibi haykırıyorduk! ‘O ÖLMEDİ’ diyorduk!!! 
            Efendim… Ey efendim… Can efendim… Uzatma bu taşlaşmış kalplerle dolu dünya sürgünümüzü bizim… Sensizliğin acısıyla yanan ve seni Muhammedi gönüllerde arayan bizlerin…
            Takvimler yine 20 Nisanı gösteriyor. Doğuşunla kâinatın nurlandığı o tarih nice aciz yürekleri rahmet ışığıyla aydınlatıyor. Yıllar süren bu hadsiz bekleyiş silsilesi doğuşunla şenliğe dönüşüyor.
            Belki biz yoktuk Bedir’de… Uhut’ta… Hendek’te… Senin ensarın vardı… Muhacirin vardı efendim! Şimdi de aynı cennet yoluna eşlik eden aslan yürekler var efendim. Senin için çarpan ‘Muhammed’ diye haykıran nice gönüller var efendim!
Gözyaşları karıştı kızıl toprağa. Sel oldu coştu yüreklerimiz.
            Sen bilir misin Ey Nadidem! Nice seneler bekleşmedeyiz.
Şimdi yine bir 20 Nisan sabahı hep bir ağızdan sesleniyoruz sana:

‘SELAM SANA EY NEBİLER NEBİSİ!
SALÂT SANA EY GÖNÜLLER SULTANI’

Ve melekler şahitlik ediyor haykırışlarımıza! Sen o övülmüş makamda işit gök kubbeyi yaran amansız seslenişlerimizi. Şefaatinle aydınlat bu aciz ve muhtaç gönüllerimizi. Ey Rabbimin ve Kainatın Sevgilisi!!! Yüreklerdeki özlem ağıt oldu yıllar yılı… Ayak bastığın topraklara yüz sürerek sevindirdik senelerdir gönüllerimizi…
            Çilekeş birer mecnun gibi aradık kokunu çölden çöle… Resulullah diye haykırdık her bir ayak izine…
            Şimdi yine bir 20 Nisan sabahı sesleniyoruz sana… Yeniden… Ve yeniden… Duy diye bu hadsiz cefalar çekmiş yürekleri! Duy artık Habibler Habibi!!!
            Sen başımızı okşamaya kıyamazken çok acıttılar bu çocuk yürekleri… efendim!!!
Şimdi… Bu aciz kelimelerimde son satırı yazıyorum!!! Tek sana hitaben tüm yalvarışlarım. Sonsuz özlemimi tek bir cümleye sığdırarak sesleniyorum efendim!!! Gül kokunu ulaştıran isminle yalvarıyorum sana!

‘ŞEFAATİNE MUHTACIM EY RESULALLAH’

26 Ağustos 2011 Cuma

Rüzgar Gibi Geçti...


Konu Vikipedya'dan :

İrlandalı Scarlett O'Hara (Vivien Leigh) Tara isimli çiftlikte yaşamaktadır. 12 Meşeler Çiftliği'nin varisi Ashley Wilkes'e (Leslie Howard) aşık olduğunu düşünmektedir. Ashley'nin, kuzeni Melanie (Olivia de Havilland) ile evlenme kararı aldığını öğrenir.
Scarlett, Ashley'nin evinde Rhett Butler (Clark Gable) ile tanışır. Ashley ve Melanie'nin evlenmesine engel olamayan Scarlett, çevresindeki erkeklerden biriyle acele bir evlilik yapar. Bu sırada Kuzey-Güney Savaşı patlak vermiştir. Melanie ve Scarlett'in kocası savaşa gider. Scarlett'in kocası savaşta ölür.
Yasta olan Scarlett, Rhett ile dans ediyor
Savaş, Güney'in şartlarını çok ağırlaştırır. Scarlett annesini kaybeder. Babası ise aklını yitirmiştir. Melanie ve Scarlett Tara'da birlikte yaşamaya başlarlar. Ashley'den haber alınamamaktadır. Savaş biter ve Ashley geri döner. Tara'nın vergilerini ödeyemeyen Scarlett, kızkardeşinin nişanlısı ile evlenir ve çiftliği kurtarır. Scarlett'in yeni özgür olmuş fakir zenciler tarafından saldırıya uğraması üzerine Rhett, Ashley ve karısı intikam almaya giderler. Scarlett'in ikinci kocası da çatışma sırasında ölür.
Scarlett'in Ashley'e olan takıntısı devam etmektedir. Ancak, Rhett Buttler ile üçüncü evliliğini yapar. Bir kızları olur. Rhett, Ashley'i kıskanmaktadır. Bir gün kızını alır ve Londra'ya gider. Ancak kızın annesini özlemesi nedeniyle üç ay sonra geri dönerler. Bu arada Scarlett ikinci çocuğuna hamiledir. Dönüşte yaşanan tartışma sonucu Scarlett bebeğini kaybeder. Bebeğin ardından kızlarının da ölümü ilişkilerini iyice sarsar.
Melanie ölümcül şekilde hastalanır. Scarlett'ten Ashley ve oğluna bakmasını ister. Bu arada Scarlett Rhett'e âşık olduğunu fark etmiştir. Melanie'nin evinde Scarlett'in Ashley ile ilgilenmesi Rhett'in Scarlett'i terk etmesine neden olur.
Bu trajik aşk dörtgeninin fonunda, kuzey-güney savaşı ve güneyin yeniden yapılandırılması, Atlanta'nın yanışı, yaralı güney eyaletleri federasyonu üyeleri ile dolu tarlalar da kullanılmıştır. Titizlikle hazırlanmış sahneler, gün batımı görüntüleri, dramatik ve romantik müzik, trajik savaşı somut hale getirmek için kullanılan güney halk şarkıları, nükteli diyaloglarla Rüzgâr Gibi Geçti, sinema tarihindeki büyük epik dramlardan biri olarak kabul edilir.


Rüzgar Gibi Geçti... 
Kaç zamandır bahsetmek istediğim bir şeydi sonunda düşüncelerimi toparlayabildim. Margaret Mitchell'in kaleminden çıkmış bu efsane eser hem beni yürekten sarsar hem de delicesine kızdırır. Bu eserle Margaret Mitchell roman dünyama yeni bir terim getirdi yarım kalmış sonlar. Okuyanlar bilir kitabın sonunda verilen son mesaj 'Herşey güzel olacak'. Ancak bu son beni hiç memnun etmedi her ne kadar kendime bile itiraf edemesem de içimde romantizim dolu mutlu son hayranlığı vardır. 
Tam bir mutlu soncuyum. Başka bir şekilde okumak yada izlemek bile istemiyorum. Çoğunlukla okurlar kitabın yada filmin sonuna bilmek istemezler, tüm olayın merak etmekte olduğunu düşünürler ancak ben elime aldığım eserin ilk sonuna bakarım. Eğer beni tatmin eden bir sonsa o zaman başlarım okumaya. Bu takıntım nedeniyle Margaret Mitchell'a çok kızgınım. Elimde iki ciltlik Rüzgar gibi geçti vardı. Ve aralıksız hiç nefes almadan okumaya başlamıştım. Tam ikinci cildin sonunda içimde öyle bir boşluk oluştu ki haftalarca üçüncü cildi aramaya başladım. Ancak ümidimi kesince internete bakmayı akıl edebildim. Sonunun bu kadar tatminsiz olduğunu görünce ağlayacaktım neredeyse kitap elimde kalakaldım.Ama ne yapalım olmuşla ölmüşe çare yok. Margaret Mitchell'in de dirilip bu hatayı düzeltmesi de imkansız. Kadını yormak istemiyorum o ölü halinde. Hem bunlar masraflı iş. Bilim adamıymış teknolojiymiş uzun iş anlayacağınız. Boğazıma oturan ağıtla çaresizce durdum öyle... Zaten kitap benim için bir başlangıçtı. bu eserden sonra tam bir mutlu soncu oldum çıktım. Hepsi senin suçun Margaret : (
                                     
                                                                                                          mucik24

Sevgili'ye, Şiir dünyasından lezzetli bir tat...

             Bir gün içimden garip bir şekilde yeni bir şiir okumak geçti. Normalde evdeki kitaplardan büyük üstadlar haricinde başkasına bakmazdım. Canım sıkıldı ve antoloji.com'u açtım. Böylece gerçekten okunmaya değer ve hakkını vererek yazılmış bir şiirle karşılaştım. Yazarı her ne kadar yeni tanımış olsam da bütün kalbimle tebrik edip saygılarımı sunuyorum. Gerçekten övgüyü hak ediyor. Böyle devam ustam....




* * * Sevgili'ye
Ufkumdan perdeleri çekilen zamânın ardında,
Olimpos Zirveleri'nde doldurmak üzereyken mîâdını;

Kaybolmuş aşkların mahzenlerinde,
Unutulmaya yüz tutmuş,
Tozlanmış dökümanların arasından çıkardım Adın'ı...

Bir Alaturka Saat'in tepesine tünemiş Zümrüd-ü Anka,
Saat başı vird hâlinde yâdını

O yemyeşil gözlerini anlatmaya çalışan,
Hangi nota, hangi şiir, hangi destân;
Hezîmetle bitirmemiş ki maksâdını?

Sen,
Pontus Ülkesi'nin,
Rum'luğuna sâdık kalmamış, Peygamber hitâplı Kadın'ı;

Târih silecek mi,
Kaya gibi dişlerimde iz bırakmış, dudaklarının tadını? ! ..


*** Daha Belkıs tüylü topuklarıyla yaslanmıyorken Tahtı'na,
*** Sangarios Efsânesi, yazılmamış mıydı senin bahtına?


Say ki;
Alnın duvak görmemişken,
Gizemli Sunaklar'da,
Perili Konaklar'da
Benimle yatmadın! ..

Say ki;
Meryem gibi istisnâsın, bir kez bile tatmadın

Say ki;
Cüneyd gibi seccâdeni gönül ırmağıma hiç atmadın,

Say ki;
Edhem gibi tâcını, tahtını, bir ânlık vuslâtıma satmadın

Say ki;
Kader çizgisini, semtime uğratmadın;

Kırılır Kalem, çıkar yollar Bezm-i Elest'e,
Hiç mi hesâba katmadın?

Oysa,
Kaldır başını da seyret Levh-i Mahfûz'u,
Benimle birlikte Adın! ..

Ellerini, akd-i nikâh için duâlara da mı kaldırmadın?

Yoksa,
Sen, benim hiç bir şeyim de mi olmadın?

Eyy Masallar Ülkesi'nin Sultânı Kadın! ..


*** Daha dîvâneye döndürmemişken âşıkların kim kaçını,
*** Daha Râhipler kırmamışken senin için Haç'ını,
*** Parmaklarım kavramamış mıydı altın tozu saçını?


En müstahkem ümidsizlik kapılarının arkasına,
Bir daha hiç görünmemek üzere saklanmış olsan da,
Karşına yine ben çıkacağım!

Son Brandenburg kalıntılılarını da,
Yeni bir Ekim İhtilâli ile,
Müfreze vâveylâlarının üzerine yıkacağım!

Zannetme ki;
Ferhât gibi dağın ardını görmeden bıkacağım!

Kıskansın Memphis'in mumyaları!
Kıskansın Ramses!
Kerpetenler açmamacasına avurtlarımı sıkacağım!

Bir Yûsuf kurtulmaya görsün Kreuzberg Zindânları'ndan;
Züleyhâ'ya inâd,
Azîz'e inâd,
Binlerce Yûsuf'u zindâna tıkacağım!

Hele zangırdasın Wedding Katedrali;
Ay ışığı görmeyen gecelerde,
Glockeleri'nin doruklarına çıkacağım!


*** Daha Şehidlik'de okunmazken Fâtihâ, bir tâze Rûh'a;
*** Âlem-i Ervâh'ta künyelenmemiş miydik cümle Gürûh'a?
*** Daha?
*** Dahası yok!
*** Dikildi gözleri Havârîler'in, Beyt-i Makdîs'de çarmıha;
*** Son vuruş, o son vuruş da balyozumdan olacak mıha! ..


04.05.2002 Münih 04:25
 
Mustafa Engin Karatay

Annabel Lee Bir Edgar Allen Poe şaheseri



Annabel Lee / Edgar Allan Poe

Seneler,seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı,bileceksiniz
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.

O çocuk ben çocuk,memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.

Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.

Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,_
Evet!_bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.

Sevdadan yana ,kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.

Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim,uzanır beklerim
Sevgilim,sevgilim,hayatım,gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni.




Annabel Lee / Edgar Allan Poe

It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of ANNABEL LEE;
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.

I was a child and she was a child,
In this kingdom by the sea;
But we loved with a love that was more than love-
I and my Annabel Lee;
With a love that the winged seraphs of heaven
Coveted her and me.

And this was the reason that, long ago,
In this kingdom by the sea,
A wind blew out of a cloud, chilling
My beautiful Annabel Lee;
So that her highborn kinsman came
And bore her away from me,
To shut her up in a sepulchre
In this kingdom by the sea.

The angels, not half so happy in heaven,
Went envying her and me-
Yes!- that was the reason (as all men know,
In this kingdom by the sea)
That the wind came out of the cloud by night,
Chilling and killing my Annabel Lee.

But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we-
Of many far wiser than we-
And neither the angels in heaven above,
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee.

For the moon never beams without bringing me dreams
Of the beautiful Annabel Lee;
And the stars never rise but I feel the bright eyes
Of the beautiful Annabel Lee;
And so, all the night-tide, I lie down by the side
Of my darling- my darling- my life and my bride,
In the sepulchre there by the sea,
In her tomb by the sounding sea.

Perhaps, Perhaps, Perhaps


Haggard - duygu patlaması !!!


The Pierces - Secret ( Pretty Little Liars Theme )


        Sözleri kadar klibi de hoşuma giden başarılı bir yapım. Katherine çok tatlı :)

Sözleri: 

Got a secret
Bir sır var
Can you keep it?
Bunu saklayabilir misin?
Swear this one you'll save
Kurtaracak olduğun bu birine yemin et
Better lock it, in your pocket
Bu daha iyi kilitlenir, senin paketinde
Taking this one to the grave
Mezara bu birini almak
If I show you then I know you
Sana gösteriyorsam o zaman seni tanıyorum
Won't tell what I said
Söylediğimi kimseye söylemeyeceksin
Cause two can keep a secret
Çünkü iki kişi sır saklayabilir
If one of the m is dead…
Onlardan biri ölüyse…

Why do you smile
Neden gülümsüyorsun
Like you have told a secret
Sırrı söylemiş gibi
Now you're telling lies
Şimdi yalan söylüyorsun
Cause you're the one to keep it
Çünkü sen onu tutan birisin
But no one keeps a secret
Fakat kimse sır saklamaz
No one keeps a secret
Kimse sır saklamaz
Why when we do our darkest deeds
Neden bizim en karanlık işlerimizi yaptığımız zamandır
Do we tell?
Söyler miyiz?
They burn in our brains
Onlar bizim beyinlerimizde yanıyorlar
Become a living hell
Cehennemdeki yaşam ol
Cause everyone tells
Çünkü herkes söyler
Everyone tells…
Herkes söyler

Got a secret
Bir sır var
Can you keep it?
Bunu saklayabilir misin?
Swear this one you'll save
Kurtaracak olduğun bu birine yemin et
Better lock it, in your pocket
Bu daha iyi kilitlenir, senin paketinde
Taking this one to the grave
Mezara bu birini almak
If I show you then I know you
Sana gösteriyorsam o zaman seni tanıyorum
Won't tell what I said
Söylediğimi kimseye söylemeyeceksin
Cause two can keep a secret
Çünkü iki kişi sır saklayabilir
If one of the m is dead…
Onlardan biri ölüyse…

Look into my eyes
Gözlerimin içine bak
Now you're getting sleepy
Şimdi uykulu bir hala geliyorsun
Are you hypnotized
Hipnotize oluyor musun
By secrets that you're keeping?
Sakladığın sırlar ile?
I know what you're keeping
Sakladıklarını biliyorum
I know what you're keeping
Sakladıklarını biliyorum

Got a secret
Bir sır var
Can you keep it?
Bunu saklayabilir misin?
Swear this one you'll save
Kurtaracak olduğun bu birine yemin et
Better lock it, in your pocket
Bu daha iyi kilitlenir, senin paketinde
Taking this one to the grave
Mezara bu birini almak
If I show you then I know you
Sana gösteriyorsam o zaman seni tanıyorum
Won't tell what I said
Söylediğimi kimseye söylemeyeceksin
Cause two can keep a secret
Çünkü iki kişi sır saklayabilir
If one of the m is dead…
Onlardan biri ölüyse…

[spoken]
Alison?
Alison?
Yes, Katherine.
Evet katherine.
I have something I want to tell you, but
Sana söylemek istediğim birşey var, fakat
you have to promise to never tell anyone.
Kimseye birşey söylememek zorundasın
I promise
Söz veriyorum
Do you swear on your life?
Hayatın üzerine yemin eder misin?
I swear on my life
Hayatım üzerine yemin ederim.


[end spoken]

You swore you'd never tell…
Asla söylemeyeceğine yemin ettin
You swore you'd never tell…
Asla söylemeyeceğine yemin ettin
You swore you'd never tell…
Asla söylemeyeceğine yemin ettin
You swore you'd never tell…
Asla söylemeyeceğine yemin ettin

Got a secret
Bir sır var
Can you keep it?
Bunu saklayabilir misin?
Swear this one you'll save
Kurtaracak olduğun bu birine yemin et
Better lock it, in your pocket
Bu daha iyi kilitlenir, senin paketinde
Taking this one to the grave
Mezara bu birini almak
If I show you then I know you
Sana gösteriyorsam o zaman seni tanıyorum
Won't tell what I said
Söylediğimi kimseye söylemeyeceksin
Cause two can keep a secret
Çünkü iki kişi sır saklayabilir
If one of the m is dead…
Onlardan biri ölüyse…
(chorus x 3)

Yes two can keep a secret
Evet iki kişi sır saklayabilir
If one of us is…. Dead.
Bizden biri ölüyse.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Pan'ın Labirenti ( The Pan's Labyrinth )

 Orijinal ismi El Laberinto del Fauno olan bir ispanyol filmini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Filmin konusu: 1944 yılı İspanya’sında, sivil savaş kargaşası sona ermiş görünse de, Navarra’nın kuzeyindeki dağlık bölgelerde çatışmalar sürmektedir. Kendi hayal dünyasında yaşayan 10 yaşındaki Ofelia, hamile annesi Carmen’le birlikte, Navarra’ya, üvey babası Kaptan Vidal’in yanına gider. 

Kaptan Vidal, faşist yönetimin emrinde çalışan ve sınırları isyancılardan temizlemekle görevli bir memurdur. Sert mizacı ve otoriter tavrı nedeniyle üvey babasıyla en ufak bir yakınlık kuramayan Ofelia, bir gün arka bahçelerinde, esrarengiz bir labirent keşfeder. Bu labirentin içinde tanıştığı, gövdesinin yarısı insan yarısı yaratık olan Pan’la yaşayacakları, Ofelia’nın bütün yaşamını değiştirecektir.

 Son günlerde ön plana çıkan fantastik yapım filmlerden epey farklı Pan'ın labirenti. öncelikle ortada iki tane boyut var. ve bunlar film boyunca iç içe veriliyor. Birincisi Ofelia'nın hayal dünyası ki ben filmi izlerken son ana kadar acaba gerçekten Pan var mı yok mu anlayamamıştım. İkincisi ise Vidal'ın kanlı oyunlarını sergilediği gerçek dünya. Film vermek istediği mesajı ilk andan itibaren o kadar başarılı bir şekilde örmüş ki son anda gelen vurucu hamleyle baştan beri olan yargılarınızı alt üst ediyor. Film geçen yıllarda ikinci kez gösterime girdi. Ve bir kez daha büyük beğeni kazandı. Ve yılın en iyi filmi seçildi. 


Fragman sizlerle:







Konunun buradan sonraki kısmı filmin sonuyla ilgili bilgi veriyor!!!

         Filmin sonunda kızın ölümü beni derinden sarstı. Tamamen bir hayal dünyasında yaşıyordu ve körü körüne inanıyordu. Ancak son anda kardeşi yerine kendini feda etti. o yaşta bir çocuk için attığı büyük bir adımdı. 
        Bir süredir düşünüyorum da zamanın en iyi filmleri hep sonu kötü biten filmler olmuştur. Akılda kalıcılığı daha fazla olduğu için mi yoksa insanoğlu mazoşist de dramdan zevk mi alıyor kestirebilmiş değilim. Ama yine olsa yine izlerim dediğim filmlerden bir tanesi ki dramı hiç sevmem.

Cesaretin Var mı Aşka? ( Jeux D'enfants )

İngilizce ismi "Love me if you Dare" olan bir fransız filmiyle karşınızdayım.

Filmin konusu şöyle: Annesi kanser ve ölmek üzere olan Julien ve göçmenliğin zorluğu ile başa çıkmaya çalışan Sophie arasında özel bir bağ vardır. Bu bağ oynadıkları cesaret oyunu sayesinde güçlenmektedir. Oyun icabı her biri sırasıyla, diğerine cesaret gerektiren, sınava sütyenle gitmek, okulun en sert çocuğunu tokatlamak gibi, zorlu görevler vermektedir. Zamanla hayatın zorlukları da bu oyunun bir parçası haline gelmektedir. Bu oyun iki arkadaş arasında büyük bir aşkı alevlendirirken aynı şekilde birbirlerine kavuşmalarına da engel olmaktadır.


Sinemalar.com' dan aldığım sinopsis bu şekilde. Ama filmde benim asıl dikkatimi çeken şey küçük yaştan itibaren bir arada olan bu iki çocuğun büyümelerinin getirileri. Küçükken her şey daha kolaydı. oyunları daha masumdu. Kendileri yara almasın diye oynadıkları oyunlar büyüyünce en çok kendilerinin yaralanmasına sebep oldu. Filmi izlerken bir yandan aralarındaki bağı kıskanıyordum diğer yandan yaptıkları aptallıklara kızıp iç geçiriyordum. yine de oyunculuk ve sanatsal açından izlenmeye değer bir film. 


Marion Cotillard'ı en son The İnception ( başlangıç ) 'da izlemiştim ve oradaki oyunculuğunu harika bulmuştum. Bu filmi 2 ay kadar önce tanıdım ve 'ben neden daha önce farketmedim bunu' diye kızmıştım kendime. Filmi izlemenizi tavsiye ediyorum. Böylece oyunculuğunun harika olduğunu görüp diğer filmlerini de kaçırmak istemeyeceksiniz.
       Film en son Cüneyt Ergün'ün Bilinmeyen yaz saati uygulaması şarkısında kullanıldı. 
Bu da ikilinin aşkının bir simgesi olan saat:


Film boyunca bu saati birbirlerine verip durdular :)

19 Ağustos 2011 Cuma

Scent Of A Woman ( Kadın Kokusu ): içinde birden fazla duyguyu barındıran dizi

                     

           Öncelikle Scent of a Woman filminden bahsetmek istiyorum. Al Pacino'nun oyunculuk kavramını alt üst ettiği bir filmdir. O kadar mükemmel ki filmin havasından bittikten sonra bile çıkamıyorsunuz. Al Pacino filmde bir körü oynuyor ancak gerçek körü koysalar onun kadar iyi oynayamaz. Aslında oyucuların yaşlanınca eski kalitelerini kaybettiklerini düşünürdüm ta ki Al Pacino'yu izleyene kadar. Yani bu adam bu sözün yanlış olduğunun dev bir kanıtı. Şarap gibi adeta yıllandıkça kalitesini arttırıyor.

 Filmin konusu şöyle:
        Charlie hazırlık sınıfında okuyan bir öğrencidir. Para kazanmak için Amerikan ordusundan emekli kör bir adama bakıcılık yapmayı kabul eder. Ama bu iş, Charlie'nin beklediğinden çok farklıdır. Frank Slade, bir hafta sonuna kör bir adamdan beklenmeyecek kadar çok aktiviteyi sığdırabilecek bir adamdır ve her adımında Charlie de ona eşlik edecektir.


Kopyala yapıştırdan ibaret basit bir anlatım. Ama filmin konusunu bu kadar basite indirmek yazarın en büyük yanlışı. Kör olmanın verdikleri ve sizden aldıkları... Bir adamın gururu...Ölüme yürüyüşü yani anlatılmaz yaşanır. Filmin ünlü tango sahnesi sizlerle:


       





Scent Of A Woman ( Korean Drama )

         Şimdi de biraz diziden bahsedelim. Kim Sun Ah'nın oyunculuğunu en mükemmel noktalarıyla gösterdiği bir baş yapıt. Aynı anda hem ağlatıp hem güldürebiliyor. Umutsuzluğun içinde umut oluyor. Ölüme giderken hem bu kadar cesur hem de bu kadar korkak olmak mümkün mü acaba. Yani anlayacağınız film uç noktalarda geziniyor. Aşkı anlatışı daha önce hiç bir kore dizisinde görmediğim bir şekilde insanı ekrana kilitliyor.
  Dizinin konusu:
Lee Yoon Jae(Kim Sun Ah) 30 yaşlarında evlenmemiş bir kadındır.Ve yaşamak için 6 ay ömrü kalmıştır. Lee Yoon Jae yaşamının geri kalan kısmında mutlu yaşamaya karar vermiştir. Bundan sonra bir tatile çıkar ve orada Kang Ji Wook(Lee Dong Wook )ile karşılaşır.Kang Ji Wook ve Lee Yoon Jae aşık olurlar. Acaba aşkları ölümden büyük olabilecek midir?


Yine basit bir anlatım. Beni en çok etkileyen şey Kim Sun Ah'nın gözyaşları oldu. Bu kadar gerçekçi olması oyunculuğunun harika olmasının bir kanıtı. 
Bu da dizinin tango sahnesi:

        


Kim Sun Ah: Korenin en beğendiğim aktristi...

     Gözlerine bayılıyorum. Duruşuna bayılıyorum. Oyunculuğuna bayılıyorum. Her şeyi ayrı bir güzel ayrı bir sempatik. Yaptığı her hareket yüreğinizin derinliğine işliyor. Bin bir surat dememiz de mümkün. Çünkü her filminde büründüğü karakter bir diğerinden o kadar farklı ki 'bu aynı kadın mı? ' demeden duramıyorsunuz. Gözlerinin çok anlamlı bir bakışı var ağlarken sen de onunla ağlıyorsun.
 




 Hani kıskanmadan da edemiyorum. Önce Hyun Bin'le sonra Bi Rain'le, daha sonra Cha Seung Won ile oynama şansı elde etti ki bu saydığım isimler korenin en yakışıklı oppaları. Şimdi ise Lee Dong Wook ile aynı ekranı paylaşıyor. Geçmişte iki filmde birden Gong Yoo ile oynamıştı. Bu kadar güzel ve şanslı olmak her babayiğidin harcı değil. Ve gün geçtikçe daha da güzelleşiyor. Hayranım doğrusu gülüşü bile güzel. İdolümsün Kim Sun Ah. :)))

18 Ağustos 2011 Perşembe

Grease Müzikali: en sevdiğim bölüm...


             
         
    Müzikallere bayılırım. En sevdiğim ise Grease'dir. John Travolta'nın gençliğini böyle asla hayal etmemiştim. Karşınızda Grease: Summer Love

The Verve Bitter Sweet Symphony




İnsan acaba bu Türkiye'de olsaydı ne olurdu diye düşünmeden edemiyor...

10. Boyutu anlamak... İlginç ve düşündürücü bir çalışma




           

 Aslında başlarda 'bu adam acaba neden bahsediyor' gibi bir tepkiniz olabilir ama izlemeye devam edin çünkü en vurucu noktayı son anda yapıyor.
                     Herşey bir noktayla başladı ve bir noktayla bitti. Acaba sonsuzluk nedir?
İzlerken kimilerinin sorularına cevap olacak kimilerine ise yeni sorular sunacak. Karşınızda 10. boyutu anlamak...

Olağanüstü bir reklam filmi


Aslında sadece bir reklam ancak bunu yaparken bile müziği hissetmenizi sağlıyor. Müzik görülebilir diyor ve gerçekten görüyorsunuz. Kendini aşan bir reklam filmi sizlerle...

Mozart'tan Mükemmel bir yapım Conan ( My sassy girl)


Mutlaka göreceğim yerler

Cape Town - Afrika














Maldivler










Ankgor Wat - Kamboçya














Büyük Kanyon














Venedik - İtalya














Büyük Mercan Resifi- Avustralya














Eyfel Kulesi - Paris












Çin Seddi














Kremlin Sarayı - Rusya














Machupicchu- Peru














Mısır Piramitleri














Niagara Şelalesi












Parthenon Tapınağı - Atina












Petra Antik Kenti 




















Rio de Janeiro














Taç Mahal - Hindistan














Tarihi Saat Kulesi - Prag
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...