22 Eylül 2012 Cumartesi

Matrix - Clubbed To Death


Böyle muhteşem bir şarkıyı nasıl bu kadar geç keşfetmiş olabilirim?



21 Eylül 2012 Cuma

Nice Guy: Sürükleyici Bir Kore Dizisi





Şu ana kadar izlediğim kore dizileri ya saf aşıkların yaşadığı basit zorluklar, gereksiz gözyaşları ya da tarihi bir birinden kötü entrikalardı. Kimisi erkek kılığına girmiş kadın oluyordu kimisi de zamanda 300 yıl ileri gitmiş ancak 1 haftada tüm dünyayı söken yakışıklı oppalar oluyordu. Yanlış anlamayın kesinlikle pişman değilim kore dizilerinden. Tüm bu kilişeler zaten kore dizilerini izleme nedenimdi. Ama en sevdiğim kore dizilerinde dahi sıkılmadan duramıyordum, bir kaç dakikada bir ilerletiyordum.  

Ancak şu ana kadar gördüğüm tüm dizilerden farklı ve insanı her bölüm soluksuzca ekrana kitleyen tek dizi Nice Guy oldu. Öncesinde Song Joong Ki'yi Sungkyunkwan Scandal'da izlemiştim ve o kadar tatlıydı ki tüm diziyi sırf "Yerim seni Yoerim" demek için izlemiştim. 

Şimdi o tatlı, bilge çocuğumuz en usta oyunculara taş çıkaran bir yetenekle Yeorim ile hiç bir alakası olmayan Kang Maru adında taş gibi, yakışıklı, zeki ve hisli bir genci canlandırınca Oppalar Listemin en başına altın harflerle kondu. İşin garip yanı bunca yıldır kore fanıyım karakterleri bu kadar gerçekçi ve aklı başında bir diziye de rastlamamıştım.

 Ne yalan söyleyeyim tüm o şirin tavırlar falan bir yere kadar, yönetmen ve senarist Nice Guy'da müthiş bir başarıya imza atmış. Oyuncu seçimleri çok iyi oturmuş.

Ve iyi abimizi oynayan Joong Ki'den tutun, her bölümde kendinden biraz daha nefret ettiren Jee Hee'ye kadar tüm oyuncular sanki kendi hayatları gibi karakterlerle iç içe. Kendini tekrar etmeyen, uzun uzun ve boş bakışlara rastlanmayan, her kare en küçük ayrıntıya kadar hesaplanmış alanında bir inci bu dizi.

Burada esas oğlanımız Song Joong Ki ile esas kızımız Moon Chae Won çok harika çıkmış, değil mi :)



Ne ararsanız var. İntikam...Sadakat...Aşk...İhanet... Tabi böyle söyleyince pembe dizi havasında oluyor. Ancak alakası yok. 

Yabancı dizilere taş çıkaran bir senaryo var karşımızda. Şimdi ben açıkçası çok beğendim ama siz beğenmezseniz de bir şey diyemem. Ancak inanıyorum beğeneceksiniz.



Konuya gelirsek: Kang Maru bir gün çocukluk arkadaşı, hayatı boyunca sahip çıktığı ve sevdiği insandan acil bir telefon alır. Kardeşi hasta olmasına rağmen sevdiği insanın Jee Hee'nin yanına koşar. Gittiğinde onu ölü bir adamla aynı odada bulur. Senaryo bellidir. Jee Hee birini öldürmüştür. Maru bu sahneye dayanamaz ve suçu üstlenir. İyi halden 6 sene hapiste kalır. Ancak Jee Hee onunla tüm bağlantısını koparmıştır. Bir gün uçakta aniden doktora ihtiyaçları olur. Maru ise hapse düşmeden önce hayalleri olan bir asistan doktordur. İstemese de yardım etmek mecburiyetinde kalır. Hastanın yanına çöker ve tam onu tedavi edecekken onca yıl aradan sonra Jee Hee ile karşılaşır. Ve tedavi edeceği insanın da onun üvey kızı olduğunu öğrenir. Esas karakterimiz hasta kız Eun Gi ve sinsi, kötülük timsali Jee Hee arasında kalan Maru, Jee Hee'den intikam almak için Eun Gi'yi kullanınca işler karışır. 

Bu Kang Maru'nun ihanete uğramamış, masum öğrenci hali. Çok tatlı değil mi? :)

  

Burada Kang Maru hem çok seksi hem de duygusuz bir adam rolünde ... Bittim sana :)



izlemek için yeppudaa dizi sitesine bir tık yeter. Kaçırmayın diyorum.

Not: Filmin müzikleri içinde JYJ'den Junsu'nun seslendirdiği A İnnocent Man adlı bir şarkı bulunuyor.

4

Bu da fragman:

15 Eylül 2012 Cumartesi

İnatçı Keraban - Jules Verne

Ne Öğrendim? 


Jules Verne benim çok sevdiğim bir yazar. Pek fazla kitaplarını okumadım ancak okuduklarım hayal dünyamı baştan başa şekillendirdi. Onun sayesinde dünyayı gezmek en büyük hayalim oldu. Hemen hemen herkes 80 Günde Devri Alem kitabını okumuştur. İşte o muhteşem kitabın yazarı Jules Verne. Peki bu yazarın İnatçı Keraban adında Türk bir ağanın karadeniz gezisini anlatan bir kitabı olduğundan haberiniz var mıydı? Şahsen benim yoktu. Duyunca çok mutlu oldum ve hemen araştırmaya başladım. 
Önce vikipedi'ye bir soralım --> Neymiş bu İnatçı Keraban? 

İnatçı Keraban (Kéraban le Têtu), Fransız yazar Jules Verne’in kaleme aldığı, 1883 yılında yayımlanmış macera romanıdır.
Konusu II. Mahmut döneminde, Osmanlı sınırları içindeki topraklarda geçer. İstanbul, Trakya, Balkan kıyıları ile Anadolu’nun ve Gürcistan, Rusya, Ukrayna’nın Karadeniz sahilleri romanın geçtiği mekanlardır. Romandaki kahramanların önemli bir bölümü Türk’tür. Olaylar, çok inatçı ve eski kafalı, İstanbullu bir tütün tüccarı olan Keraban Ağa’nın başından geçenler etrafında şekillenir. Verne’nin Keraban Ağa’nın şahsında Osmanlı’yı tenkit ettiği düşünülür.
“Keraban” adının Türk okuyucuya fazlasıyla yabancı olması nedeniyle eser Türkçe’ye kimi yayınevleri tarafından "İnatçı Kahraman Ağa" adıyla çevrilmiştir. Yazarın sözlüklerde bile yer almayan “Keraban” adını nereden buluğu merak konusu olmuştur. Jules Verne romanda, Osmanlı vatandaşlarının evlerinde kullandıkları geleneksel yakıta varıncaya kadar ansiklopedik bilgiler verir.
Eser, 2007’de ODTÜ Moder Diller Yüksekokulu Yabancı Diller Tiyatro Atelyesi tarafından oyun olarak sahneye konulmuştur.

Konusu 

Hollandalı tütün tüccarı Van Mitten ile uşağı Bruno bir Ramazan günü İstanbul'a gelirler. Herkes oruçlu olduğu için İstanbul kenti, terkedilmiş bir şehir görüntüsündedir. Van Mitten ile Bruno, İstanbul'da dolaştıktan sonra Jan Van Mitten’in arkadaşı olan İstanbullu tüccar Keraban Ağa ile buluşurlar. Birlikte, Ağa'nın Üsküdar'daki konağına akşam yemeğine gitmek üzere yola çıkarlar. Ancak tam da o gün Boğaz'da karşıdan karşıya geçen tekneler için yeni vergi konulmuştur. Keraban Ağa 10 paralık bu vergiyi ödememeye kararlıdır. Bunun için de Üsküdar'a Kırım ve Kafkasya üzerinden dolaşarak gitmeye karar verir. Van Mitten ile uşağı Bruno'yu da yanına alarak atlı araba ile bir ay sürecek bir Karadeniz yolculuğuna çıkar. Keraban Ağa, demiryolu gibi yeni ulaşım yollarını ve deniz tuttuğu için mecbur kalmadıkça deniz yolunu kullanmayı reddetmektedir. Şaşırtıcı olaylarla geçen yolculuğun ardından İstanbul’a varılmasıyla roman son bulur.


Kitabı henüz okumamış biri olarak net bir fikrim yok. Ancak kahramanın bizden biri olması ve Jules Verne'in deyim yerindeyse evimize konuk olması umutlarımı biraz daha gerçekçi kıldı. En kısa zamanda okumaya çalışacağım.

13 Eylül 2012 Perşembe

Goran Bregovic - Ederlezi ( Hıdırellez )





Ederlezi Goran, ederlezi
Kızların ağıtlar düzerken Bosna yaylalarında,
Acıya bulanmıştı şenlikleri,
Ederlezi yine gelmişti her sene geldiği gibi,
Ne bilsin burada yetim kızlar var
Bu sene ederlezi babasız kalmıştı
Yetim kızların yürekleriydi gelen.


Sarı saçları mavi gözleriyle,
Gökyüzü bile özenirdi güzelliklerine,
Deniz utanırdı mavisinden,
Cenazelere uğurlanmıştı ederlezi,
Şurada yatan kefensiz, babalarımızdı
Boşnak kızları Goran'ın,
Yetimdi sarıları, yetimdi mavileri..


Ah ederlezi, niye geldin bu sene
Bilmez misin, buradaki kızlar yetim
Şurada yatan babalarımızdı, kefensiz
Yaslar bağladı sarı saçlarımız
Babasızdı mavi gözlerimiz
Ve Goran, haykır yine bosna dağlarına
Ederlezi kızlarım, ederlezi..


Geriye söylenecek ne kaldı?...



Jung Eun Ji - I Love You I Do

A Pink grubunun ana vokalisti ve Reply 1997'nin yıldızı Jung Eun Ji'den bildiğim büyük bir tabuyu yıkan harika yorum... Kim demiş koreliler ingilizce konuşamıyor diye! ( Ben dedim :) )




Bu da Seo İn Guk ve Jung Eun Ji - All for you

( Ciddi misin? Hepsi benim için mi? Ouuu :) )


10 Eylül 2012 Pazartesi

Runway Cop ( Podyumdaki Aynasız ) :))

[Resim: photo236502.jpg]

Ben izlerken koptum, siz bayılacaksınız! :)

İzlediğim en komik kore filmi olarak tarihe altın harflerle yazılan Runway Cop huzurlarınızda...

Konu:

Oyuncular
Kang Ji-hwan 강지환
Seong Yoo-ri 성유리
Lee Soo-hyeok 이수혁
Kim Yeong-kwang 김영광
Shin Min-chul 신민철
Sin Jeong-geun 신정근

Dedektif Cha bir polistir. İyi bir polis olmasına rağmen koca göbeği ve daima 5 metre ilerisine kadar yayılan kokusuyla suçluların korkulu rüyasıdır. Bir gün podyum dünyasında uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili bir soruşturma yapılınca polis departmanı çareyi bir polisi manken olarak sokmakta bulur. Ve bu iş için en uygun adam da Dedektif Cha'dır. 
Kang Ji Hwan gibi bir adamı bu halde görmek bile filmi izlemenize yetiyor.

Bilmeyenler için Kang Ji Hwan'ın gerçek hali:


Dedektif Cha hali:


Ve filmin sonundaki muhteşem polis ve manken:


   Runway Cop


1. Part




2. Part



3. Part


6 Eylül 2012 Perşembe

The Experiment ( )

     


Konu:

Alman yapımı aynı adlı filmden uyarlanan bu filmde 26 kişi, psikolojik bir deney için gardiyan ve mahkum rolünü oynamaya başlarlar... Deneyin devamında olaylar karmaşık bir boyuta ulaşacak ve kontrolden çıkacaktır.

              

Her zamanki gibi olayın özetinin özetinin özetini almış şu kısacık konu filmin değerini düşürmekten başka bir şey yapmıyor. Böylesine derin, böylesine insan analizinin dibini vuran bu filmi iki cümle ile anlatmak olmaz. 

Dikkat filmin tümünü anlatan bir özettir:

Travis dünyayı dolaşmak isteyen, insani değerleri yüksek, yardımsever, paraya ihtiyacı olan bir abimiz. Bir gün gazetede bir ilan görür.


 İlanda 11.000 dolar karşılığında size küçücük bir deney yapılacak deniyor. Hayatın bir karşılaştırılması yapılacağı ve asla kimseye zarar gelmeyeceği üst üste bildiriliyor. Ama deneyin nasıl yapılacağını anlatan doktor amcamız da laf arasında şu cümleyi sıkıştırıyor. 
"Her hangi bir vahşet durumunda deney iptal edilecektir." Tabi kimse bu cümleye dikkat etmiyor. Herkes para derdinde o an. 
Şans bu ya Travis'in yanına Barris adlı süt kuzusu, annesiyle birlikte yaşayan ezik bir tip oturuyor. Bayağı naif olan bu amcamız başlarda çok kibar ve narin gözüküyor. Hatta Travis'e "Bu bizim kaderimiz bence." gibi saçma saçma laflar ediyor. Sonuçta sen oraya para için geldin kaderden bahsetmek saçmalık! Her neyse...

Deneye 26 kişi katılıyor. Ve bu denekleri birer kabine koyuyorlar. Onlara ölüm, savaş, cinayet gibi vahşet videoları izletiyorlar. Sonrasında bu 26 kişiyi şehrin dışında bir binaya getiriyorlar. Bina küçük bir hapishane modelinde yapılmış ve 3 kişilik hücreler var. 6 kişiye hapishanenin gardiyanı, geri kalan 20 kişiye ise mahkum rolünü veriyorlar. Gardiyanların sadece 5 kuralı var. 
Kurallar şunlar:
Kural 1: Mahkumlar günde bir defa yemek yer, yemekler özel imalattır.
Kural 2: Günde 30 dakika izin var.
Kural 3: Mahkumlar bölgelerinden çıkamaz.
Kural 4: Mahkumlar sadece konuşmaları gerektiğinde konuşabilirler.
Kural 5: Mahkumlar hiç bir şekilde gardiyanlara dokunamaz.
Kurallara uymayanlar cezalandırılır. 


Başlarda herşey güllük gülistanlık. Herkes tüm bunların bir kurgu, bir deneyden ibaret olduğunun farkında. Ancak olaylar kimsenin tahmin edemeyeceği bir şekilde gerçekleşiyor. İlk gün mahkumlardan biri basketbol oynarken yanlışlıkla bir gardiyanın kafasına atıyor topu. Bunun üzerine gardiyanlar toplanıyor. Barris de gardiyan.  Aralarında da uyuşturucu bağımlısı Chase adında sarışın, yakışıklı ancak kişiliksiz biri liderliğe soyunuyor. 


Diyor ki: "Bunu onların yanına mı bırakacağız? Bir şeyler yapmalıyız. 5. kuralı uygulamalıyız." Kafasına topu yiyen abimiz: "boş verin arkadaşlar, teknik olarak mahkum değil top değdi." dese de maksat ibnelik olsun diye sarışın piç mahkumun karşısına geçip 10 şınav çekmesini söylüyor. Bunu hak etmediğini düşünen mahkum itiraz edince tüm mahkumlara aynı cezayı uyguluyor. 


Sonrasında ise kendi otoritelerini sağlamlaştırdıklarını düşünerek sırıtıyorlar. Ancak mahkumlar bunu hak etmediklerini, bu rollerin abartıldığını düşünmeye başlıyor. Travis başlarda Ya Sabır çekip uysalca deneyin bitmesini beklerken gün geçtikçe gardiyanların haksızlıklarına karşı geri planda kalamıyor. Ve inanmayacaksınız ama bu haksızlıkların başını Barris çekiyor. 


Bizim oralarda bir laf vardır. "Ölünün keyfine koysan, tabuta s.çar." Aynen bizim Barris de eline fırsat geçince kurallar, otorite her şeyin üzerindedir diyerek mahkumlara ve onları savunan Travis'e zulüm uyguluyor. Travis'in kafasını kazıyıp, tamamen çıplak bırakıp, soğuk tazyikli su ile işkence ediyorlar. Zavallı Travis gördüğü zulmün üzerine ağlamaktan başka bir şey yapamıyor. Barris'e ruh hastası olduğunu, deney bitince hastaneye görünmesi gerektiğini söylüyor. Barris ise tamamen azıtmış durumda. 


Yoklamalar alınırken Travis'in oda arkadaşı şekeri düştüğünden yoklamaya katılamıyor. Lanet gardiyanlardan biri annesinin de diyabetinin olduğunu, basit bir baş ağrısından başka bir şey olmadığını söyleyince zorla kaldırıp götürüyorlar. Travis ise buna karşı çıkarak oda arkadaşının diyabetinin olduğunu, ölmek üzere olduğunu söylüyor. Ancak Barris Tanrı rolüne soyunmuş, kuralların asla çiğnenmeyeceğini söyleyince zavallı hasta orada ölüp gidiyor. Travis'in isyanı üzerine onu paslı demir bir varilin içine tıkıyorlar. 


Tabi tüm bunlar olurken 24 saat açık olan kameralar her şeyi kayıt altına almaktan başka bir şey yapmıyor. Travis sabrının sınırlarına ulaşıp büyük bir çabayla varilden çıkıyor ve isyan patlak veriyor. Çıktığında Chase'i birine tecavüz edecekken yakalayınca mağdur ile birlikte onu öldürüyorlar. Başta ahkam kesen gardiyanlar 20 tane mahkumun üzerilerine geldiğini görünce hemencecik kaçıyorlar. Barris ise hala bağırıp kuralları korumalarını söyleyince, Barris'i 'Fuck You and your rules!' diyerekten bırakıp gidiyorlar. 



Tam o sırada mahkumlar gardiyanları, Travis, Barris'i yakalıyor. Barris ibneliğe devam edip bıçak sallayınca Travis eliyle bıçağı yakalayıp tam Barris'e saplayacakken her yerde alarm çalmaya ve kapılar açılmaya başlıyor. O an zaman durmuş gibi oluyor. Denekler yavaş yavaş olayın farkına varıyorlar. Herkes elindekini bırakıp gün ışığına çıkıyor. Travis öyle bir halet-i ruhiye içinde ki kimsenin yüzüne bakamıyor. Ve onları almaya gelen otobüse binip hiçbir şey olmamış gibi oradan uzaklaşıyorlar. 



Otobüsteyken oda arkadaşı olan mahkum ona arkadan şu kelimeleri söylüyor.
" Hala Ohio'da maymunların yaşadığını düşünüyorum."

Filmin etkisini üzerimden hala atmış değilim, içerikte geçen küfürlü sözleri şu anki psikolojime verin. :)

5 Eylül 2012 Çarşamba

PSY - Gangnam Style



Dikkat bağımlılık yapabilir!


PSY

Gangnam Style - Türkçe Çeviri
Oppa, Gangnam tarzıdır!
Gangnam tarzı

Gün boyunca sıcak ve insancıl bir kız,
Bir fincan kahvenin özgürlüğünde nasıl eğleneceğini bilen kaliteli bir kadın,
Gece çöktüğünde, kalbi yanan bir kadın,
Böylesine kıvrımları olan bir kadın.

Ben bir erkeğim.
Gün boyunca senin gibi sıcak bir erkek,
Kahvesini tek dikişte soğumasa bile içen bir adam,
Gece çöktüğünde kalbi patlayan bir erkek,
Böylesine bir erkek.

Güzel, sevimli!
Evet sen, hey, evet sen, hey!
Güzel, sevimli!
Evet sen, hey, evet sen, hey!
Hadi! Şimdi sonuna kadar gidelim!

Oppa, Gangnam tarzıdır! Gangnam tarzı,
Oppa, Gangnam tarzıdır! Gangnam tarzı,
Oppa, Gangnam tarzıdır!

Eh- Sexy bayan! Oppa, Gangnam tarzıdır!
Eh- Sexy bayan oh oh oh oh.

Sakin görünen fakat oynadığı zaman tam oynayan bir kadın,
Doğru zaman geldiğinde saçlarını salan bir kadın,
Kendini örten fakat soyunan bir kadından daha seksi bir kadın,
Böylesine duyarlı bir kadın.

Ben bir erkeğim,
Sakin görünen fakat oynadığı zaman tam oynayan bir erkek,
Doğru zaman geldiğinde tamamen çıldıran bir erkek,
Şişkin kasları yerine şişkin fikirleri olan bir erkek,
Böylesine bir erkek.

Güzel, sevimli!
Evet sen, hey, evet sen, hey!
Güzel, sevimli!
Evet sen, hey, evet sen, hey!
Hadi! Şimdi sonuna kadar gidelim!

Oppa, Gangnam tarzıdır! Gangnam tarzı,
Oppa, Gangnam tarzıdır! Gangnam tarzı,
Oppa, Gangnam tarzıdır!

Eh- Sexy bayan! Oppa, Gangnam tarzıdır!
Eh- Sexy bayan oh oh oh oh.

Kaçan adamın tepesindeki uçan adam benim, bebeğim bebeğim,
Ben bir iki şey bilen bir erkeğim,
Koşan adamın üstündeki uçan adam, bebeğim bebeğim
Ben bir iki şey bilen bir erkeğim.

Sen benim ne dediğimi biliyorsun.
Oppa Gangnam tarzıdır!

Eh- Sexy bayan! Oppa, Gangnam tarzıdır!
Eh- Sexy bayan oh oh oh oh.

numberone.com sitesinden alıntılanmıştır.

Bu da Hyuna ile beraber söyledikleri :

3 Eylül 2012 Pazartesi

Are You The One That I've Been Waiting For ( Sen benim bekleyip durduğum kişi misin) - Nick Cave





Are You The One I've Been Waiting For?
Sen Benim Bekleyip Durdugum Kisi Misin?

I've felt you coming girl, as you drew near
Geldigini hissettim kizim, sen yakinlasirken
I knew you'd find me, cause I longed you here
Beni bulacagini biliyordum, çünkü seni burada çok özledim
Are you my destiny? Is this how you'll appear?
Sen benim kaderim misin? Bu senin ortaya çikisin mi?
Wrapped in a coat with tears in your eyes?
Gözlerinde yaslarla bir ceketle sarilmis?
Well take that coat babe, and throw it on the flor
Bu ceketi al bebek, ve onu yere firlat
Are you the one I've been waiting for?
Sen benim bekleyip durdugum kisi misin?

As you've been moving, surely toward me
Sen ilerlerken, süphesiz bana dogru
My soul has comforted and assured me
Ruhum avundu ve beni ikna etti
That in time my heart it will reward me
Zamaninda kalbim beni ödüllendirecek
And that all will be revealed
Ve her sey açiga çikacak
So I've sat and I've watched an ice-age thaw
Öyleyse oturdum ve bir buzul çaginin erimesini izledim
Are you the one I've been waiting for?
Sen benim bekleyip durdugum kisi misin?

Out of sorrow entire worlds have been built
Üzüntü yüzünden tüm dünyalar insa edildi
Out of longing great wonders have been willed
Özlem yüzünden mucizeler arzulandi
They're only little tears, darling, let them spill
Onlar sadece küçük gözyaslari, birak dökülsünler
Onlar yalnizca küçük gözyaslari, sevgilim, birak dökülsünler 
And lay your head upon my shoulder
Ve basini omzuma yatir
Outside my window the world has gone to war
Penceremin disinda dünya savasa girdi
Are you the one I've been waiting for?
Sen benim bekleyip durdugum kisi misin?

O we will know... won't we?
Biz bilecegiz… degil mi?
The stars will explode in the sky
Yildizlar gökyüzünde patlayacak
But they don't... do they?
Ama yapmayacaklar… degil mi?
Stars have their moment and then they die
Yildizlarin zamani vardir ve sonra sönerler

There's a man who spoke wonders though I've never met him
Mucizeler anlatan bir adam var ben onunla hiç tanismadim
He said, "He who seeks finds and who knocks will be let in"
Dedi ki “Arayan, bulan ve kapiyi çalan kisi içeri davet edilecek” 
I think of you in motion and just how close you are getting
Senin hareket ettigini düsünüyorum ve ne kadar yakin oldugunu
And how every little thing anticipates you
Ve her küçük sey nasil da seni bekliyor
All down my veins my heart-strings call
Damarlarim kalp tellerim çagiriyor
Are you the one I've been waiting for?
Sen benim bekleyip durdugum kisi misin?

1 Eylül 2012 Cumartesi

The Raid: Redemption ( Serbuan Maut ) : Baskın



BASKIN




Dün izlediğim ancak etkisinden hala kurtulamadığım harika bir yapımla sizlerleyim. 
The Raid: Redemption ABD - Endonezya ortak yapımı, yönetmenliğini Gareth Evans'ın yaptığı ve İko Uwais'in dehşet bir oyunculuk sergilediği, son 10 yılın en iyi aksiyon filmi seçilmiş ve gerçekten adının hakkını veren bir film. 
Tam tamına 101 dakika boyunca gözlerinizi kırpmadığınız bu yapımda İko Uwais'in Jackie Chan'e, Bruce Li'ye, Jet Li'ye ve hatta Jason Statham'a bin basan dövüş hareketleriyle diğer her şeyi unutuyorsunuz. Aksiyon, gerilim ve suçun bir arada olduğu bu film yalnız kabuslarımda olacağını düşündüğüm bir kurguya sahip. Düşünün 30 katlı bir binanın içindesiniz. Ve ölümün kapısını çalıyorsunuz. Sizi sırf zevkine öldürecek, suç dünyasının azılı katillerinden oluşmuş komşular, her katta kameralar var ve yayını azrailin ta kendisi izliyor. Karşılaşabileceğiniz en acı verici ölüm şekilleri. Öyle bir duygu ki ekran başında olan sizler de canınızın yandığını hissediyorsunuz. Son 10 yılın en iyi aksiyon filmi olunca sonuç da bu oluyor. 

Konuya gelirsek:
Özel bir operasyon timi, şehir dışındaki mahallelerden birinde aranan bir uyuşturucu tücarın gizlendiği istihbaratını alır ve adamı yakalamak için oturduğunu binaya baskın düzenlerler. Fakat atladıkları nokta bu apartmanın her katı farklı suçlularla hüküm giymiş onlarca katil, manyak, hırsız ve çeteyle doludur. 

sinemalar.com adresinden aldığım konu olayın özetinin de özeti diyebileceğimiz kadar kısa. En iyisi konuyu bir de benden dinleyin.

İko Uwais ( Rama ) beş vakit namazını kılan, yeni evli, karısı hamile, boş zamanlarını  (süper kaslı vücudunu göstererek : ) vücut çalışarak geçiren elit bir polis abimiz. En iyinin de iyisi. Bu abimiz o sabah kalktığında namazını kılıyor, karısını öpüyor ve normal bir şekilde işe gidiyor. O gün 20 arkadaşıyla beraber suç tanrısı olarak bilinen uyuşturucu tacirini yakalamaya gidiyorlar.  SWAT timi 6. kata kadar başarılı bir şekilde ilerliyor. Ta ki bir çocuk ansızın timi görüp alarm düğmesine 'polis' diye bağırana kadar. 
O andan itibaren ortalık karışıyor ve binanın cani sakinleri 6. katta mahsur kalan polislerin peşine düşüyor. Suç tanrısı hoparlörle tüm binaya bir duyuru yapıyor.
-- " Polis abilerimiz gelmiş. Onları buyur edin de bir çayımızı kahvemizi içsinler. Madem gelmişler boş göndermeyelim." demiyor tabi :) 
--"Madem bu binanın sakinlerisiniz harekete geçin. Şu an kirada oturuyorsunuz ücretsiz yerleşmek için öldürün bunları." diyor. 
Ve o andan itibaren soluksuz aksiyon sahneleri bir bir ekrana geliyor. Daha sonra öğreniyoruz ki Suç tanrısının yanında çalışan bir adam İko Uwais'in ( Rama ) kardeşiymiş. İko da onu kurtarmaya gelmiş. Her ne kadar polis olsa da kardeş sevgisi baskın geliyor. 
Kardeşini bulduğunda " Amca olacaksın. Babam seni çok özledi. Hepimiz özledik. Bırak bu işleri de gel." diyor. 
Ancak inatçı kardeş "Benim bundan başka bildiğim bir şey yok. Ben buyum. Sana hayatta başarılar. Geldiğin gibi git" diyor.  Ama suç tanrısının en iyi adamı, cani, katil Mad Dog'u ( Yayan Ruhian ) unutuyorlar. 100 kişiyi zorlanmadan yenen can polisimiz İko, Mad Dog'u ancak kardeşiyle beraber yeniyor. Hoş bir birliktelik mesajı :)  

İzleyenler tarafından en çok eleştiri senaryoya gelmiş. Filmin sonunun fazla askıda kaldığını düşünüyorlar. Ancak bu her aksiyon filminde olan bir şey. Aksiyonla senaryoyu bir tutmaya kalksalar üç saati aşkın bir film izlerdik. Anlayacağınız film iyi. İzleyin kaçırmayın derim.

Ve inanılmaz aksiyon sahnelerinden kesitler:






                                            Bu da İko Uwais. Çok karizma... 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...