"Kitaplara tutkunum. Karakterler aynı sofraya oturduğum kardeşlerim gibiler. Ama yazarlardan ve oyunculardan pek haz etmem. Filmler de girer bu kaosun arasına. Tyler Durden'a bayılsam da Brad Pitt'i hiç sevmem. Karakterlerin hepsi zihnimde canlı kanlı belirir. Kitap biter, film biter ama karakterler odamın ortasında bir sonraki sayfanın, sahnenin içine akarlar. Zihnim kitabı bir ömür boyu tamamlar durur. Karakterler ölmez. Daha diri daha genç...her geçen gün biraz daha güçlü bir şekilde belirir. Onların mutlulukları benim olur. Hüzünleriyle ağlarım. Çocuklarına en sevgi dolu anadan daha şefkatli olurum. İş bundan ibaret olsa iyi. Sonra hata yaparlar, ihanete uğrarlar, aldatılırlar, üzülürler. Gözlerim bulut olur. Yaşlar bir bir yüreğimden sökülür. O derece severim karakterlerimi, kitaplarımı... Hiç de ayrım yapmam içlerinde. Felsefe Sözlüğü de okurum Harry Potter da. Kitaplığın bir yanında Alacakaranlık dururken diğer yanında Dede Korkut Hikayeleri yükseliverir. Taht Oyunları'ndan Ölüm Pornosu'na kadar. Hepsi benim canım ciğerim. Bir yeni kitap kokusunu severim bir de yanık kibrit kokusunu. İronik değil mi? O kibrit bir hareketiyle bütün kitaplarımı yarım saat içinde leş yığınına döndürebilir. Ve kitaplarım ölürse karakterlerim öksüz kalır. Yüreğim parçalanır. Virane bir ev gibi yıkılıp kalırım odanın ortasına. Yanık kağıtlar yatağım olur. Uçuşan küller örtüm olur. Ölülerimin arkasından zihnimde kendi ölümüm çalkalanır da üçüncü sayfa haberlerinde adım müebbet alır. Cansız bedenim bir kağıt yaprağında sonsuz uykuyu solur."
Bu garip sanrıları bir kenara bırakırsak gelelim esas bahsetmek istediğim şeye. Kitaplardaki aşk yalanı beni öldürüyor. Aşkın ve kişiliğin anlamını sorgulatıyor.
Gerçek dünyada aşk diye bir şey olmayacağına en fanatik romantiğin bile inandığını düşünüyorum. Kişiliğin, egon, sorumlulukların ve ruhani ihtiyaçların buna engeldir çünkü. kişiliği olan bir bayan olarak konuşuyorum. Kendime saygım var ve karşı tarafında bana saygı duymasını isterim. Beni aşağılamasından nefret ederim. Yalanlarıyla gerçek dünyamı sarsması hafife alınamayacak büyük hatalar listeme girer. Kendi ayaklarım üstünde durup, insan gibi yaşamak ailemin beni el emeği göz nuru alın teriyle yetiştirmesinin omuzlarıma yüklediği sorumluluktur. Toplum içine beraber çıkmaktan utanmayacağım, bana hak ettiğim gibi namusum gözüyle bakacak birini isterim. Beni hem bileğinin hem beyninin gücüyle koruyacak, evlatlarıma hayırlı bir baba olacak bir erkek başımın tacıdır. Böyle birisi her kadının hayalidir. Böyle biri bana eş gözüyle bakacaksa ben ona bir cariyeden daha halim olurum da. İşte bu kişiliğin gereklerindendir ve kendine saygı duyan her insan bunu yapmalıdır.
Ama aşk nedir? Aşk bir varlığı her haliyle kabul etmektir. Onun eveti senin evetin olur. Dostu dostun, düşmanı düşmanın olur. Onu incitecek en küçük kelimeyi tüm dudaklardan sökmek istersin. Ona atılacak bütün taşların önünde siper olursun. Onun için ölüme gider, canlar alır, dünyaları yıkarsın. Ona bakacak bütün bakışları gözlerden silmek, ona değecek elleri kızgın yağlarda leş etmek istersin. Senden öncesi silinsin, geçmişi geleceği sen ol istersin. Çünkü o senin geçmişin, bu günün ve geleceğin olmuştur bile. Onu konuşmak, ona dokunmak yetmez, öyle bir an gelir ki kanını kanına katmak bir olmak istersin. Bu bahsettiğim bir olmak cinsellik değil, ruhun, bedenin, etin, düşüncelerin bir olmasıdır. Çünkü sen ondan ayrı var olmayı düşünemezsin. Gözlerini kapatsan canın acır. Işığı vurmadıkça kıyametin olur. Sesi nurdan bir ritim gibi kulağından yüreğine gezinir. Ayağının altında çiğnenmiş yol, dudaklarına değdirdiği bir katre su olmak istersin. Esen rüzgarın utanmaksızın değip geçtiği tenini kıskanırsın. Gözlerinin değdiği adamları bir bir katletmek, onsuz geçen bütün zamanları öldürmek istersin. Onun söylediği her kelime ayetin olur. Attığı her adım yolun, inandığı her şey dinin olur. Aşk budur. Böyle bir aşk da ancak ve ancak Allah'a duyulur. Çünkü sadece Tanrı sevginin büyüklüğüne yaraşabilir. Sadece Tanrı senin O'nu bu denli sevmeni sağlamaya yetecek kudrette olabilir. O mükemmeldir.
Ama bu romantik kitaplar ne yapıyor? Aşk adı altında, basit bir cinselliği önümüze sunuyor. Bu iki sözde aşığın kavgası hiç eksik olmaz. En küçük cümlenin kavgaları edilir. İlgisizlik, samimiyetsizlik, uyuşmazlık...Bizim aşıklarımızı meşgul eder durur. Yalanlar, entrikalar, aldatmalar...Mutlu sonla bitse de kitabın başından sonuna kadar yanlış anlaşılmalar silsilesi, başka erkekler, başka kadınlar, geçmiş yaralar aşıklarımızın önündeki koca engellerdir. Tüm bunlara rağmen bu iki insanın nasıl aşık olarak adlandırıldığını anlayamıyorum. Bu aşk değil ki. Olamaz ki.
Geçen bir film gördüm. Stephen King'in ismini hatırlamadığım bir romanından uyarlanmıştı. Film mutlu bir evli çiftten bahsediyordu. Karı koca kırklı yaşlarının ortalarındaydı ve torunları vardı. Kadın bir gün eşinin seri katil olduğunu öğreniyor ve aynı evde ölümüne bir mücadeleye başlıyordu. Gerçek dünyada sizin eşinizin vahşetini bildirme ve engelleme hakkınız sonuna kadar mevcut. Çünkü insan hayatı kutsaldır. Her alınan canın bir bedeli vardır, olmalıdır. Ama edebiyat dünyasında, yani aşkların diyarında, ya kadının kocasının sırrını saklayıp cinayetlerine yardım etmesi beklenirdi ya da kocanın eşinin selameti için cinayet saplantısından kurtulması beklenirdi. Çünkü aşkta düşünce farklılıkları, zıt görüşler ya da çatışmalar olamaz. Aşıksanız her yönüyle bir olmanız gerekir.
İşte dostlar, bu sahte aşklar beni öldürüyor. Sarsmak istiyorum bütün yazarları. Aşkın anlamını öğretmek istiyorum her birine. 350 sayfalık kitapta aşıkların önündeki saçma engelleri değil, gerçek aşkı, yakınlığı, bir olmayı okumak istiyorum. Eğer böyle bir kitap varsa onu alayım, bütün sevgimle bağrıma basayım. Çok şey mi istiyorum?