soundtrack etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
soundtrack etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2014 Çarşamba

Dorian Gray : Kötülüğün Portresi


Dorian Gray... Oscar Wilde'ın basılmış tek eseri belki de klasikler arasındaki en iyi roman olmaya aday. Bu biraz da estetik zevk duygusuna ve kötülüğe ne yönden baktığınızla alakalı. Ruhu bir resme hapsolmuş genç ve güzel bir adamın sonsuz hazzı arayışını anlatan, hedonizmin, cinselliğin, kötülüğün, narsizmin sınırlarında gezen, doğal olduğu kadar da cüretkar bir roman. 
Roman 1980 yılında basılmış ve ister birebir ister uyarlamalı olsun bir çok filmi de mevcut. 1945, 1970, 1973, 2004 ve 2009 yıllarına ait olan filmler arasında en beğendiklerim sırasıyla 2009 ve 1945 oldu. 1890ların Londra'sında geçen hikaye 1970 ve 2004 yıllarında günümüze uyarlanmaya çalışılmış ve tam bir rezalette sonuçlanmıştır. Bu tabi benim şahsi kanaatim ancak Dorian Gray'i günümüz dünyasına saldığımız da estetikten uzak ve tamamen sapıkça bir görüntüyle karşılaşıyoruz. Klasik müzik eşliğinde, tarihin parıltıları arasında, süslü balolarda, lord ve leydilerle elinde şarap gülümseyen Dorian Gray gençliği ve güzelliği ile herkesi canlı bir tablo gibi kendine hayran bırakırken, 1970 yılında altında kot, üstü çıplak, boynunda sırıtan bir fularla poz veren Dorian Gray homoseksüel bir dergiden fırlamışçasına yavan kalıyor. Filmi izledikten sonra yaptığım araştırmada ilginç bir şeye rastladım. Serinin dizisi var ancak tamamen ses halinde. Nasıl derseniz, şöyle anlatayım. Big finish adlı sitenin dağıtımını yaptığı ve telif haklarına sahip olduğu dizi aynen bir şarkı listesi gibi bölüm bölüm olarak satılıyor. Ve seslendirenler de yine ünlü oyuncular. Dizinin 1. bölümünden trailer :

          




Kitabın ve filmlerin ortak konusuna dönersek size Dorian Gray adında güzel bir erkekten bahsetmem gerekir. Dorian asil bir lordun torunudur ve büyükbabası öldükten sonra küçük bir kasabadan Londra'ya gelir. Basil yetenekli bir ressamdır ve her sanat aşığına olacağı gibi o da Dorian'ın sahip olduğu bu gençlik, güzellik ve masumiyet karşısında şuurunu yitirir, Dorian'ı izleyerek geçen günler sonunda ortaya gerçeğine tıpatıp benzeyen bir tablo çıkartır. Harry, Basil'in karamsar, hedonist, yoldan çıkmış bir arkadaşıdır. Dorian'ı gördüğünde ona kimsenin sahip olmadığı iki muhteşem şeye sahip olduğunu söyler: Gençlik ve güzellik...Dorian, Harry'nin rehberliğinde hazzın ve cinselliğin tavan yaptığı Londra gecelerine uzun bir yolculuğa çıkar. Basil Dorian'a hayran hatta aşıktır ama günler geçtikçe Dorian'ın ağzından Harry'nin cümlelerine duymaya başlar. Dorian öyle bir duruma gelmiştir ki Basil onu uyarır: "Harry'nin ağzından çıkan her cümleye inanma. Çünkü o inanmaz." Gerçekten de durum böyledir. Harry kendince Dorian'na bir erkeğin haz peşinde koşmasının doğruluğunu öğretir ancak hiçbir zaman sınırlarını aşmamıştır. Dorian ise gün geçtikçe kötülüğe batar. Londra'ya yeni geldiği günlerden bir gün Harry, Basil ve Dorian bir konuşmalarında estetik zevkten bahsederler. Basil güzelliğin geçici olduğu için değerli olduğunu dile getirmiştir. Bunun üzerine Dorian resmine bakıp sonsuza kadar o tablodaki gibi genç ve güzel olmak için ruhunu şeytana satabileceğini söylemiştir. Tüm bu haz ve karanlığın yolculuğunda ilerlerken Dorian tek bir gün dahi yaşlanmamıştır. Tablo ise çürümüş, eskimiş ve günah dolu bir ruha ev sahipliği yapmıştır. 
Sonunu siz sinemaseverlerin takdirine bırakıyorum. 1945 versiyonunu izlerken beni şaşırtan ve çok mutlu eden bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Film Ömer Hayyam'ın bir rubaisi ile başlıyordu. Bahsettiğim rubainin önce ingilizcesine rastladığımdan türkçesini bulmak zor oldu. 66 numaralı rubaiyi sizlerle paylaşmak istiyorum ancak ingilizce versiyonunu daha çok beğendiğimi söylemekten biraz utandığımı da ifade etmek isterim.

Hep  arar dururdum, dünyaya geleli,  
Alın yazısı, cenneti, cehennemi.  
Hocam kesti attı, sağlam bilgisiyle:  
Alın yazısı, cennet cehennem sende, dedi. 

"I sent my soul through the invisible, 
some letters of that after-life to spell, 
and by and by my soul did return, 
and answered, 'I myself am Heaven and Hell.'"


not: filmin soundtrack listesinde olan ve beni kendine hayran bırakan bir vals ile sizi baş başa bırakıyorum.

7 Haziran 2013 Cuma

Lo Chiamavano Trinita ( Bana Trinity Derler )




 italyancası "Lo Chiamavano Trinita" , İngilizcesi "They Call Me Trinity" , Türkçesi ise " Bana Trinity derler" olan bu yapım hem benim kişisel film tarihimde hem de western sinemasında muhteşem bir yere sahip. Terence Hill ve Bud Spencer ismini tüm dünyada kült haline getiren ölümsüz bu filmin yönetmenliğini ve senaristliğini 1970'de Enzo Barboni yapmış. İyi ki de yapmış, ellerine sağlık. :) Ya yapmasaymış?! Biz de böyle harika bir yapımdan mahrum kalacaktık. Sağol varol Enzo'cuğum.

                         

Konuya gelirsek Trinity ( Terence Hill ) yani Şeytan olarak anılan şu yukarıdaki tembel kovboyumuz batının en hızlısı olarak anılmakta, zekasıyla, yakışıklılığıyla, şeytana pabucunu ters giydiren kurnazlığıyla, genç kızların gönlünü çalan maviş gözleriyle tüm film boyunca bizleri ekrana kilitlemekte :) Tabi burada hiç çaktırmıyor değil mi?

                    

Bambino ise onun abisi olma talihsizliğini yaşayan bir diğer hızlı kovboy. Lakin iri gövdesiyle uyumsuz bir şekilde çok azıcık çok çok azıcık saf. öyle ki ailesi onu korumak için Trinity'i onunla gönderirken, kardeşine göz kulak ol Sen onun abisisin, diye kandırıp gönderiyorlar. O da her an öldürmek için yanıp tutuştuğu kardeşini iş sahibi etmek, alnının akıyla bir at hırsızı olmasını sağlamak için kolları sıvıyor. Zor iş tabi. Trinity gibi birini yola getirmek her babayiğidin harcı değil. İş öyle bir yere geliyor ki Bambino, Trinity tarafından soyuluyor. Tek yumruğuyla karşısındakini kuma gömen Bambino, Trinity'nin yanında kuzu gibi kalıyor. Filmin de zevki burada işte :)

Filmin ikincisi de var ve o da müthiş... Birileri yapar bize de yazmak düşer. İZLEYİN!!! İZLETİN!!!

O masmavi gözleri görmek için filmi izlemeye değer değil mi? ; )

                                             


                                         


                                            

Bu da soundtrack, Franco Micalizzi'nin ölümsüz eseri...

               
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...