Bir kitapçıya girdiğimde ilk sorduğum şey bestseller kitaplar olur. Tabi ki başkalarından çok kendi zevkimle de ilgilenen bir insanım ancak birazcık ( gerçekten çok az! ) kıskançlığım olduğunu da itiraf etmem gerek. Birinde bir kitap gördüğüm zaman adeta " Benim O! Bana ait! Kıymetlimisss!" diye içimden çığlık atmadığım bir an dahi yoktur. Bir de harbiden görgüsüzlük var ben de. Kendi kitaplarımın tek sayfasını kardeşime dahi göstermezken, bir başkasının kitabımı oldu okumak için saldırıya geçerim. İşte böyle bir şahsiyetim ben.
Her neyse Sürü'ye gelirsek onunda olayı aynen bu oldu. Gördüğüm yerde aldım. Hem uluslararası bestseller hem 800 sayfa ( Millete havam oluyor xD ) hem de 22 dile çevrilmiş. Hiç elimden kaçar mı? Asla!
Kitap o kadar sürükleyici ki 800 sayfayı 2 günde bitiriverdim. Evet. bu doğru. Tam 2 gün. Öyle hızlı okuduğumdan falan değil. Kitapla tuvalete dahi girdim. ( "Ayy iğrenç" seslerini duyar gibiyim. )
Kitabı bir solukta bitirince arka sayfasında yazılan yorumlara hak vermemek elde değildi.
Kitabın son 10 sayfası verilen bilgiler, yorumlar ve teşekkürlere ayrılmış. İlk okumada verilen bilgilerin çokluğundan bitirince beynin kaos geçirmiş şalterler atmış gibi olduğundan bir kez daha okuyorsunuz. Oku Allah Oku! Hal böyle olunca her ne kadar daha iyi anlamış olsanız da etkisini üzerinizden atmak için güzel bir uyku çekip Okyanusla ilgili kabuslar görmeniz gerekiyor. Ancak bir hafta sonra " Off be! O ne kitaptı öyle!" cümlesi ağzınızdan dökülebilecektir. Ama korkmayın. Yüreğinizi ferah tutun. Hafızamız o kadar derin bir labirent ki ister istemez etkisinden kurtulacaksınız. Okuyucu olumsuz etkilemek istemiyorum ancak kitabın yarısından sonra yazar ister istemez ateistliğe doğru bir kaç adım attığından ( Bu her bilim kurgunun mutlaka yürümüş olduğu bir yol ) size tavsiyem tarafsızlıkla okumanız. Çünkü kitaptan çok yazarın düşünceleriyle ilgilenmeye başlarsanız alacağınız zevk de aynı derece azalacaktır.
Sözü daha fazla uzatmadan kitabın " Dev bütçeli bir film gibi olan" konusuna gelelim.
Bu kitapta siyah ve beyaz yok. Kesin İyi veya kötü olarak tanımlayacağınız kimse yok. Çünkü elimizde bir çok kahraman var ve bu kahraman dolaylı yada direk bir şekilde sorunun ve çözümün parçaları.
Elimizde bir suç var. Denizler yok olmak üzere. Dünya yok olmak üzere. Bunun sebebi de tabi ki insanlar. Sorun büyük anlayacağınız. Durum böyle olunca dünyayı insanlardan kurtarmak için doğanın ayaklandığını görüyoruz. Ben şahsen sudan tırsan bir insanım. Kitabın esas konusu okyanusun altındaki kadim canlıların bir araya toplanıp insanlara saldırmaya başlaması da olunca kendinizi korkunç kabuslar görmekten alamıyorsunuz. Politikacıdan tutun profesörüne, bilim adamından yerlisine kadar bir çok farklı insanın bir araya toplanıp sorunu çözmeye çalışmasına şahit oluyoruz. Ama esas olay sorunu çözmekte değil kendimizi yani insanlığın aç gözlülüğünü yenmesinde. İnsanlar ikiye ayrılıyor. Politikacılar ve askerler bir yanda, diğer yanda ise bilim adamları ve doğacılar. Sadece okyanusla savaşmak yetmiyor kendimizle de savaşmaya başlayınca sonun başlangıcına sadece saniyeler var ve tek yol okyanusun derin karanlığı. Düşünmesi bile korkunç.
Beni en çok etkileyen cümlelerden biri de şuydu.
" Uzay hakkında yanıp tutuşurken okyanusları es geçeriz. Oysa ki ay hakkında bildiklerimiz okyanusların derinlikleri hakkında bildiklerimizden daha fazladır."
Eğer durum buysa bir kez daha düşünmek istiyorum. Kitabı okuyanlar direk okyanus altına bir keşif gezisi düzenlemeyi düşünürken ben banyoda yalnız kalmaktan bile korkmaya başladım. Size iyi okumalar.