25 Aralık 2013 Çarşamba

Will.I.Am - Feeling Myself [LYRICS] ft. Miley Cyrus, Wiz Khalifa & Fren...

14 Eylül 2013 Cumartesi

Stefan Zweig - İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar



Stefan Zweig okumak garip bir duygu. İnsanı içine çeken akıcılığın yanında bariz bir gerçekçilik de gizli bütün o kitaplarının içinde. Acımak, Satraç ve Amok Koşucusu'ndan sonra İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar'ı okudum. Hangisi beni daha çok etkiledi bilmiyorum. Amok Koşucusu'ndaki derin duygular daha önce eşine rastlamadığım şeylerdi. Satranç inanılmaz etkileyici bir psikolojiyi anlatıyordu. Acımak ise bambaşka bir kulvardı. Bir insanın fedakarlığı ve özgürlüğü arasında gidip geliyordu. İki taraftan da hapsedilmiş bir zihin, kendi özgürlüğüyle vicdanı arasında kalması etkileyiciydi. Ve sonra İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar... Fatih Sultan Mehmet'in ve İstanbul'un Fethi'nin tasviri eşine az rastlanır akıcılıkta ve canlılıkta, büyük bir pencereden tarihi izliyormuş gibi beni cezbetti. Bir yanda Fatih'in acımasızlığını övgüyle anlatırken diğer yanda Allah'ın karşısındaki kulluk çizgisini takdir ediyordu. O anlatırken tarihimden duyduğum gurur damarlarımda ikinci bir nabız gibi atıyordu. 10 kadar parıltılı anı tasvir eden kitabı sırf Fatih'i okumak için aldığımı itiraf ediyorum. Okuduklarım, yazının kalitesinin içimde oluşturduğu heyecan, diğer 10 denemeyi de okumam gerektiğine beni inandırdı. Aldığım zevki sizlerle paylaşmak istiyorum. Uzun da gelse okuyun. Pişman olmayacaksınız.

Okumak için tıklayın.

12 Eylül 2013 Perşembe

Whatever Lola Wants- Sarah Vaughan



Whatever Lola wants, Lola gets
And little man, little Lola wants you
Make up your mind to have (make up your mind to have)
No regrets (no regrets)
Recline yourself, resign yourself, you're through

I always get what I aim for
And your heart and soul is what I came for
Whatever Lola wants (Lola wants), Lola gets (Lola gets)
Take off your coat, don't you know you can't win
(Can't win, you'll never, never win)
You're no exception to the rule
I'm irresistable you fool
Give in (Give in, you'll never win)

Whatever Lola wants, Lola gets

I always get what I aim for
And your heart and soul is what I came for
Whatever Lola wants (Lola wants), Lola gets (Lola gets)
Take off your coat, don't you know you can't win
(Can't win, you'll never, never win)
You're no exception to the rule
I'm irresistable you fool
Give in (give in, you'll never win)
Give in (give in, you'll never win)
Give in.

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Çavdar Tarlasında Çocuklar ( Gönülçelen ) - J. D. Sallinger




Internete baktığınızda kitapla ilgili bir çok yorum yada tez bulabilirsiniz. Her okuyan kafasına göre kitabı yorumlamaya, çözümlemeye çalışınca bir birinde farklı görüşler ortaya çıkıyor. Kimisi çok beğendiğini, kimisi hiç beğenmediğini söylüyor. "Bir kitap okudum hayatım değişti!" cümlesiyle, "Neyini beğeniyorlar bu salak kitabın!" cümlesi yan yana olunca kendimi büyük bir çıkmazda buldum. Şu ana kadar basit yada kaliteli bir çok kitap okudum. Kitabı bitirdikten sonra gelen ilk on dakika, o kitabı okuduktan sonra hala aynı insan olabilir miyim, diye düşünmekle geçti. Zor bir durum. Kişiliğiniz henüz tamamlanmamışsa kelimelerin sizi etkisi altına alması çok daha kolay oluyor. Kitabın bittiği o çıkmaz, nereye, ne yöne gideceğinizi kestiremediğiniz o anlar sizi hiç ummadığınız duygusallığın içine sokuyor. Gönülçelen'de de böyle hissettim. Ne düşüneceğimi kestiremedim. Okurken yazarla bir oldum ama kitap bittikten sonra "Bu kitap bana ne kazandırdı?" diye düşünmeden edemedim. Belki de yazar bana bir şey katmak için yazmadı o kitabı. Belki üzerinde düşünmem gereken hiç bir şey yok. Sadece kendimi o hüzünlü ama akıcı kelimelere bırakıp hayatımın bir saatini Holden Caulfield olarak geçirmemi istemişti hazar. Olamaz mı? Hayatının bir dönemi ruhu uçuruma saplanırken, yalnız olmaktan sıkılıp düşüncelerde dolaşmak istemişti. Bu akla en yatkın olanı. Düşünmeyi bırakmak lazım. Anlamayı, elle tutulur hale getirmeyi bırakmak lazım. Kitap bazen sadece bir kitaptır.

16 Ağustos 2013 Cuma

Some Like It Hot ( Bazıları Sıcak Sever ) - Muhteşem Ötesi



Billy Wilder'in muhteşem ötesi filmi... İnanılmaz komik... Ayakta alkışlıyorum. Replikleriyle çıtayı o derece yükseltmiş ki bu filmden sonra aynı kaliteye ulaşılabilir mi bilmiyorum. İlk 15 dakikası "Sıkılma! Birazdan güzel olacak! Sakın ilerletme!" şeklinde kendime kontrol telkini uygulayarak geçti. 15. dakikadan sonra "Daha fazla gülersem komşular evi basacak!" korkusuyla yankılandı. Kahkahalarım, yalan değil, gecenin 4.14'ünde bütün binayı salladı. 1959 yılı, bu filmi şimdi yapsalar bu denli güler miydim bilmiyorum. Belki de o eski filmlerin sıcaklığı, o dönemin samimiyeti beni etkiledi. Beklenmedik bir anda çarptı. Gerçekten beklemiyordum. İlk dakikaların sıkıcılığından, bir de bana has kontrol dışı ilerletme bağımlılığımdan, çok zor geçti. Ama sonra zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim. İzleyin, İzletin!


Konu unutulmazfilmler.com'dan geliyor efendim.

Kariyerlerinde zorlanan iki Chicago’lu caz müzisyeni Joe ve Jerry 1929’da yaşanan bir katliamın iki tanığı olmuş, kendilerini gören gangsterlerden de canları pahasına kaçmışlardır. Kasabayı terk etmek ve yeni bir iş aramak durumunda kaldıkları için Miami’de bir kadınlardan oluşan bir müzik grubuna katılıp gizlenmek onlara fazlasıyla cazip gelmiştir. Kadın gibi giyinip Josephine ve Daphne adını alan ikilinin önlerinde atılmak üzere oldukları oldukça tuhaf bir serüven vardır. En iyi yönetmen, senaryo, erkek oyuncu ve görüntü yönetimi dahil altı dalda Oscar’a aday olan Billy Wilder filmi kostüm dalında ödülü kazanmayı başarmıştı.


Herşey bu kadar değil elbette. Bizim Joe kendi çapında bir Don Juan. Kızları etkilemesiyle ün salmış. Sugar  (Şeker) ile konuşurken onun saksafon çalan erkeklere bağımlı olduğunu, kendini bu illetten kurtarmak için kızlar orkestrasında ukulele çaldığını öğreniyor. Hazır Florida'ya gelmişken kendine milyoner bir koca bulmak isteyen Sugar'ın karşısına, zengin varis kılığında çıkıyor. Bu tanışmadan sonra, film boyunca tek bir kez duyulan 'Some Like It Hot' cümlesi ekrana geliyor. 



Daha bitmedi. Jerry de Daphne adıyla erkeklerin kalbini çalarken zengin playboy Osgood'u cazibesiyle delirtir. Bizim Joe Sugar'ı "yatım var" hesabıyla kandırırken, playboy Osgood'u yatından uzaklaştırmak Daphne'nin görevidir. Buluşmanın sabahında öyle bir sahne ekrana gelir ki gülmekten izleyenler sandalyesinden düşer. ( Örneğin ben :) ) Geceki tangonun heyecanından sıyrılamayan Jerry yatakta dans etmektedir. O an Joe pencereden odaya girer. Replikler şöyle:

Joe: Ne oldu?
Jerry: Ben nişanlandım.
Joe: Tebrikler. Kim bu şanslı kız?
Jerry: Benim.
Joe: Ne?!
Jerry: Osgood evlenme teklif etti. Düğünü haziranda planlıyoruz.
Joe: Sen neden söz ediyorsun. Osgood ile evlenemezsin.
Jerry: Sence benim için çok mu yaşlı?
Joe: Jerry ciddi olamazsın.
Jerry: Hep kızlarla evlenip duruyor.
Joe: Ama sen...sen kız değil, erkeksin. Bir erkek niçin senle evlensin ki?
Jerry: Emniyet için.
Joe: Jerry uzan iyi değilsin.
Jerry: Bana çocukmuşum gibi davranma! Aptal değilim. Sorun var biliyorum.
Joe:  Tabi sorun var.
Jerry: Sorun annesi. Onun onayını almalıyız. Sigara içmediğim için endişelenmiyorum.
Joe: Jerry bir başka sorun daha var.
Jerry: Ne gibi?
Joe: Balayında ne yapacağınız gibi.
Jerry: Onu tartışmıştık. O Rievera'ya bense Niagara Şelalelerine gitmek istiyoruz.
Joe: Jerry delirdin mi? Bundan paçayı sıyıramazsın.
Jerry: Devam etmesini ummuyorum. Zamanı gelince ona söyleyeceğim.
Joe: Mesela ne zaman?
Jerry: Mesela törenden hemen sonra. Çabucak boşanırız. Bana güzel bir nafaka bağlatır. Ben de her ay o nafaka çeklerimi alırım.
Joe: Jerry dinle beni. Yasalar var. Olmaz bu.
Jerry: Joe, bu bir milyonerle evlenmek için son şansım.
Joe: Jerry, nasihatımı dinleyecek misin? Her şeyi unut, tamam mı? Sadece kendine bir erkek olduğunu söyle. 
Jerry: ( Üzgünce ) Ben bir erkeğim.

 

Filmin son sahneleri... Joe ve Sugar botun arkasında mutlu sonlarını yaşarken Osgood ve Jerry öndeler.
Replik şöyle: 

Osgood : Annemi aradım. Öyle mutlu oldu ki ağladı. Onun gelinliğini giymeni istiyor beyaz dantelden.
Daphne : Osgood, annenin gelinliğini giyerek evlenemem. O ve ben aynı şekilde yaratılmamışız.
O : Gerekirse tadilat yaparız.
D : Hayır, olmaz. Osgood sana karşı dürüst olmalıyım. Biz evlenemeyiz.
O : Neden?
D : Şey… Birincisi ben doğal sarışın değilim.
O : Önemli değil.
D : İkincisi, sigara içiyorum.
O : Umurumda değil.
D : Korkunç bir geçmişim var. Üç yıldır bir saksafoncuyla yaşıyorum.
O : Seni affediyorum.
D : Asla çocuğum olmayacak.
O : Evlat ediniriz.
D : Anlamıyorsun Osgood. Ben bir erkeğim.
O : Sıkma canını. Kimse mükemmel değildir.




Trailer:

                          

Marilyn Monroe...Hayal kadın...







Josephine ve Daphne... :)






12 Ağustos 2013 Pazartesi

Bir Kitap Yazmak İstiyorum - mucik24

Bir kitap yazmak istiyorum. Öyle alelade olmamalı. Çarpıcı olmalı. Ağlatmalı. Gülümsetmeli. Güldürmeli. Korkutmalı. Adrenalin arada bir yükselsin. Bazen de beş çayı rahatlığında sürükleyiversin. Ne yazmalıyım? Kahramanlarım kimler olmalı? Bir kadın düşünüyorum. Genç ama olgun. Cesur. Atak. Zeki. Korkusuz. Kimsenin baş edemeyeceği kadar deli. Merhametsiz. Gözüpek. Çılgın. Nasıl biri ki tüm bu özellikleri barındırabilsin? Vazgeçmesin istiyorum. İstediğini alana kadar durmasın. Ama kimse de ona sahip olmasın. Kendisinin efendisi. Sarsıcı. Güzel. Vahşi. Herkes korkmalı. Herkes saygı duymalı. Maceracı. Sonunu düşünmeden hayata atılmalı. Ama nasıl yazayım? Her kadının kaderi bir erkek değil mi? Erkek de koymalıyım sayfanın köşesine. Köşesine dediysek derine. Çaktırmadan girivermiş güzelimizin gönlüne. Şanına kim yakışabilir ki? Daha azıyla yetinemezsin kendinden. O da vahşi O da deli olmalı. Ama kilit vurmamalı kızımın hayatına. Bir olmalı tek olmalı. Ama sarmamalı sıkı aşkını boynuna. Boğmasın sevsin. Nerede böyle erkek? Söyle sen kimsin. Hangi aşk romanı ki erkeğin egosu altında ezilmemiş olsun güzel kız? Yok böyle bir şey. Daima güçlü olduğunu, otoritesini göstermek zorunda değil mi? Ama güzelim de zayıf bir erkek istemez ki. Hadi çık çıkabilirsen işin içinden. Erkek deli dişi deli. Peki kim ödeyecek böyle arsız bedeli? Aşık olsunlar önce dedim sonra gelir elbet gerisi kendiliğinden. Yazayım da dökeyim bir bir içimden lakin ne fayda. Aşk romanı olamaz bu. Şanına yakışmaz karakterimin. Daha destansı bir şey olacak. Haykıracak içten içe. Ne omalı? Nasıl olmalı? Diyorum dövüşsün bütün kötü adamlarla. Ama erkek izin verir mi ki buna. Gururlu. Atılgan. Tehlikenin ortasına kendini atar. Ölüme siper olur. Kızımızın gururu yerle bir olur. Atılma desen umursamaz olur. Beğenmezsin. Ne yazacağım şimdi ben? Hadi hedefimizi küçültelim şu kızı biraz adam edelim desem olmaz. Zayıflıktan bilirsiniz nefret ederim. Çelişkinin dibi tuttu. Hani yazacaktım da bitecekti bütün derdim kederim? Bak ne oldu şimdi. Kız haklı erkek haklı. Kalemi tutmadan bitti görkemli kariyerim. En iyisi bir kaç sayfa aşk okuyalım da keyfimiz yerine gelsin. Elin kalemi dururken neden bitsin mürekkebim? Onlar yazsın ben okuyayım. Ta ki gururuma yenik düşene kadar. Bir gün suratına tükürüp bütün kalitesiz yazarların. Güleceğim. Daha iyisini yazabilecekken oturup bu saçmalıkları mı dinleyeceğim? O güne kadar açık dursun kalemimin ucu. Belki gün olur yazarım hayatımın hikayesini. Veririm tüm özenti yazarlara müebbet. Benim gibi delinin de bir okuyanı bulunur elbet. 

                                                                                                                               MUCİK24









11 Ağustos 2013 Pazar

30 Second to Mars - This is War ( Magnificent Century - Muhteşem Yüzyıl )

Önce şu:



Sonra bu:



Muhteşem Yüzyıl versiyonunu daha çok sevdim. Tabi Jared Leto'nun muhteşem gözleri için ilk videoyu 7 \ 24 izlemeye hazır olsam da akıcılığı ve ani patlamaları gözlerimi yoruyor. Hem Muhteşem Yüzyıl 'ı takip etmeyen biri olarak Hürrem'in bu derece güzel olduğunu ilk kez fark ediyorum. Video da yüksek kalitesiyle ilgiyi yüksek ölçüde artırıyor. Tam benlik bir durum. Nasıl Teoman'ı müzikten ayrıldıktan sonra sevmeye başlamışsam Muteşem Yüzyılı da Hürrem gittikten sonra keşfetmek acı verici. Bu hissi nasıl adlandırmalıyım bilmiyorum. Çoğunluğun beğendiği şeyleri sevemiyorum. Bir tür ön yargım var. Benim için özel olmazsa o şeyi beğenemiyorum. Hem tam bir osmanlı bağımlısı olarak Kanuni'yi harem ağası gibi gösteren bir diziyi protesto ediyorum. Sonuçta padişahımızın sadece 1.5 yıl kadarını sarayda geçirdiğini düşünecek olursak dizi gerçeğin yakınından bile geçmiyor. The Tudors tarzı kokusu sinmiş. Para tarihi dahi değiştirebiliyor. Söylenmesi gerekenler zaten söylenilmiş. Bu durum Muhteşem Yüzyılın izlenmesine mani değil. Konuşmak gereksiz daha fazla.
This is War hakkında bir kaç şey daha söylemeliyim. Müzik, sözler gayet kaliteli, canlandırıcı. Savaş karşıtı bir videonun içimdeki vahşi tabiatı coşdurması, deyim yerindeyse hazır ola geçirmesi hayret verici. Biraz daha dinleyecek olursam cepheye koşturabilirim. Tabi kız olma durumum 21. yüzyılda pek bir önem arz etmiyorsa da elimdeki fırsatı çoktan kaçırdım. Küçükken hep asker olmayı isteyen biri olarak hayatımın üzerinde pek kontrolüm olmadığından askeri liseye gidemedim. Gitmeyi inanılmaz çok isterdim. Ama ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kimse bana yol göstermemişti. Hem damarlarımda isyankar bir kan gezdiğinden otoriteye sadık kalabilir miydim bilmiyorum. Yapabilirdim. Vatana bağlılığım daha bir baskın. Yine de..? Soru işaretleri çok fazla. Kaçırılmış bir fırsatın ardından noktayı koymak gerekiyor. Değil mi?

Şarkıda geçen The Brave New World ifadesi dikkatimi çekti. Bu sözcüklere ilk Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya kitabında rastlamıştım. Cesur Yeni Dünya ifadesi şarkıyı daha bir özel kılarken aklımı karıştırmıyor değil. Yoğun duygularla dolu bu şarkıda böyle bir ifadeyi alelade kullanmış olamazlar.

Şarkı sözü ve çeviri:


This is war
A Warning to people, Good and Evil
This Is War
To the Soldier, The Civillian, The Martyr, The Victim
This is War
Its the moment of truth and the moment to lie
Its the moment to live and the moment to die
The moment to fight, the moment to fight, to fight, to fight, to fight
To the right To the left we will fight to the death
To the Edge of the Earth, It's a Brave New World from the last to the first
To the right, To the left, We will fight to the death
To the Edge of the Earth, Surrender World its a Brave New World

A warning to the prophet, the liar, the honest
This is War
To the leader, the pariah, the victim, the messiah
This is war
Its the moment of truth and the moment to lie
Its the moment to live and the moment to die
The moment to fight, the moment to fight, to fight, to fight, to fight
To the right, To the left, we will fight to the death
To the Edge of the Earth, It's a Brave New World from the last to the first
To the right, To the left, We will fight to the death
To the Edge of the Earth its a Brave New World, Brave New World, Its A Brave New World

I do believe in the light, raise your hands up to the sky
The fight is done, the war is won, lift your hands towards the sun
towards the sun, towards the sun, towards the sun, the war is won

fight fight fight fight fight

To the right, To the left, we will fight to the death
To the Edge of the Earth, It's a Brave New World from the last to the first
To the right, To the left, We will fight to the death
To the Edge of the Earth its a Brave New World Its A Brave New World

The war is won, the war is won, a brave new world

I believe in nothing, not the end and not the start
I believe in nothing, not the earth and not the stars
I believe in nothing, not the day and not the dark
I believe in nothing but the beating of our hearts
I believe in nothing 100 suns until we part
I believe in nothing not in satan, not in god
I believe in nothing, not in peace and not in war
I believe in nothing but the truth of who we are

Türkçe

Bu Savaştır
insanlara bir uyarı,iyilere ve kötülere
bu savaş
askerlere, sivillere, şehitlere, kurbanlara
bu savaş
bu gerçeğin zamanı ve yalan söylemenin zamanı
yaşanacak ve ölünecek an
savaşılacak zaman, savaşılacak zaman, savaşılacak, savaşılacak, savaşılacak
sağa, sola,ölüme kadar savaşacağız
dünyanın ucuna kadar, bu cesur yeni bir dünya* en sonuncusundan ilkine kadar
sağa, sola,ölüme kadar savaşacağız
dünyanın ucuna kadar, bu cesur yeni bir dünya, cesur yeni bir dünya, bu cesur yeni bir dünya

peygamberlere, yalancılara, dürüstlere bir uyarı,bu savaş
liderlere, paryalara, kurbanlara, yol göstericilere
bu savaş
bu gerçeğin zamanı ve yalan söylemenin zamanı
yaşanacak ve ölünecek an
savaşılacak zaman, savaşılacak zaman, savaşılacak, savaşılacak, savaşılacak
sağa, sola,ölüme kadar savaşacağız
dünyanın ucuna kadar, bu cesur yeni bir dünya* en sonuncusundan ilkine kadar
sağa, sola,ölüme kadar savaşacağız
dünyanın ucuna kadar, bu cesur yeni bir dünya, cesur yeni bir dünya,bu cesur yeni bir dünya

ışık gelecek, inanıyorum, ellerini gökyüzüne kaldır
savaş bitti, savaş kazanıldı, ellerinizi güneşe uzatın
güneşe uzatın, güneşe uzatın, savaş kazanıldı

savaş savaş savaş savaş savaş

sağa, sola,ölüme kadar savaşacağız
dünyanın ucuna kadar, bu cesur yeni bir dünya* en sonuncusundan ilkine kadar
sağa, sola,ölüme kadar savaşacağız
dünyanın ucuna kadar, bu cesur yeni bir dünya, cesur yeni bir dünya, bu
cesur yeni bir dünya
cesur yeni bir dünya
savaş kazanıldı
savaş kazanıldı
cesur yeni bir dünya

hiçbir şeye inanmıyorum, ne sona ne başlangıca
hiçbir şeye inanmıyorum, ne dünyaya ne yıldızlara
hiçbir şeye inanmıyorum, ne gündüze ve ne de geceye
kalplerimizin atışı dışında hiçbir şeye inanmıyorum
hiçbir şeye inanmıyorum, biz ayrılana kadar 100 güneş sönecek
hiçbir şeye inanmıyorum, ne şeytana ne tanrıya
hiçbir şeye inanmıyorum, ne barışa ve ne de savaşa
kim olduğumuz gerçeği dışında hiçbir şeye inanmıyorum


6 Ağustos 2013 Salı

Eski zamanların Amerikasında okul kütüphanesi reklamları...

Kitap Aşkı

"Okul kütüphanemizi hiç hatırlamıyorum. Sadece eski ve yırtılmış, tekrar tekrar okunmuş, her okumada farklı bir kişinin adı eklenmiş olduğunu hatırlıyorum. Kütüphanecilik Kulübüne sadece dersten kaytarmak için üye olduğumu hatırlıyorum. Ben okuma aşkını okuldan almamıştım. İlk kitabım ablalarımın farklı bir memlekette okudukları lise dönüşü paraları fazla olmadığı için bana alabildikleri tek şeydi. David Copperfield... İlk kitabım. O kadar çok sevmiştim ki ondan sonra asla aynı kişi olmadım. Zamanımı kitap okumaya ayırdım. Derslerde hep kitap okuduğum için öğretmenlerim benden şikayetçilerdi. Annem okula hep bundan dolayı çağrılırdı. Lisedeyken öyle çok kitap okurdum ki günün nasıl bittiğini anlamazdım. Sayısal bölümündeyken en sevdiğim ders biyoloji olmuştu. Bir gün derste kitap okuduğum için hocayla feci kavga ettik. Sonrasında eşit ağırlığa geçtim. Hiçbir şey yapmama gerek yoktu. Hiç ders çalışmazdım. Kitap okuduğum için kültür düzeyim de yüksekti. Sosyal derslerde bu nedenle çok iyiydim. Ders çalışmadan salt kitap okuyarak liseyi bitirdim. Hocaların benden beklentisi varla yok arasındaydı. Çok zeki ve kültürlü olduğumu her fırsatta dile getirirlerdi. Ben elit sınıfındaydım. Ancak ders çalışmaya hiç mi hiç niyetim olmadığından yolum belli değildi. Üniversite sınavına okuyarak ve uyuyarak girdim. Kazandım. Garip mi? Şans mı? Hayır. Geleceğimin parlak olduğunu biliyordum ama çabalamak istemiyordum. Kocaman bir kütüphane ve internet bağlantısı olan bir bilgisayar hayattaki tek dileğimdi. Sonra ne mi oldu? İkisini de elde ettim. Başardım. Daha yürüyecek çok yolum var. Allah'ın benim için ne yazdığını bilmiyorum. Ama kitaplarımla ilerliyorum. Okumayı çok seviyorum. Yeni kitap kokusunu çok seviyorum. Bir kitabı bitirince kucağıma alıp sarılıyorum. Ve gülümsüyorum. Yeni doğmuş bir bebekmişçesine tutup kitaplığıma yerleştiriyorum. Sonra bir kaç adım geriye gidip kitaplarımı izliyorum. Gurur duyuyorum. Gülümsüyorum...tekrar ve tekrar. Bir kitap daha alıyorum ve okumaya başlıyorum, zamanımın nasıl geçtiğini anlamadan. Okuyorum...okuyorum.... Kalbim çarpıyor. Kalbim acıyor. Kitabın bitmesini hiç istemiyorum. Ayrılık acı veriyor. Hayat kitaplarda çok kısa. Koskoca ömrü iki saate sığdırıyorum. Özlüyorum bütün karakterlerimi. Hepsini özlüyorum. Uzun bir zaman sonra aynı kitabı tekrar okuyana kadar özlem devam ediyor. O acıyı kapamak için yeni kitaplara başlıyorum. Hepsi değerli benim için. Hepsi ayrı güzel. Çocuklarım... Anneme ben ölünce kitaplarımı kimseye vermemesini söylemiştim. Ya zarar verirlerse? Ya gerekli özeni göstermezlerse? Annem paylaşımdan, paylaşmanın güzelliğinden falan bahsetmişti. Biliyorum. Ama ben mükemmel değilim. Veremem kitaplarımı. Vermek istemiyorum. Vermeyeceğim! Belki bir gün çocuklarım olursa onlara miras bırakacağım. Onlara okumayı, severek okumayı öğreteceğim. Tüm ruhunu kitaplara aktarmayı öğreteceğim. Sevmeyi öğreteceğim onlara. Her kitabımın içinde bir tarih yazar. Özgürlüğümün tarihi. Kitabı alış zamanım ve hayal gücünün özgürleştirici yolculuğuna başlayışımın tarihini okuyacağım onlara. Çocuklarıma... Kendi tarihlerini yazmayı öğreteceğim. Geçmişimde dolaşmalarını izleyeceğim. Bakın, diyeceğim, o kitaptaki benim. Aşık olan benim. Büyücü olan benim. Efsanevi olan benim diyeceğim. Tüm karakterler benim. Beni okuyorsunuz. Diyeceğim. Ve büyüyecek kitaplığım. Büyüyecek çocuklarım. Nesilden nesile bir tarih akacak. Ben sonsuza ulaşacağım. Kitaplarım okundukça ölümsüz olacağım. Herkes beni okuyacak....herkes beni okuyacak..."

















resimler brainpicking.org dan alıntıdır.

2 Ağustos 2013 Cuma

Paul McCartney - My Valentine

Bir şarkı hayal edin. Muhteşem kelimelerle harmanlanmış gerçek bir aşk şarkısı... Bir yorumcu hayal edin ki o Paul McCartney olsun. Bir klip hayal edin içinde hem Natalie Portman hem de Johnny Depp olsun. Madem bugün güzel bir gün dilerim hayalleriniz hep gerçek olsun. Bunun gibi....




What if it rained?We didn't careShe said that someday soonthe sun was gonna shine.And she was right,this love of mine,My Valentine
As days and nights,would pass me byI tell myself that I was waiting for a signThen she appeared,a love so fine,My Valentine
And I will love her for lifeAnd I will never let a day go bywithout remembering the reasons whyshe makes me certainthat I can fly
And so I do,without a careI know that someday soon the sun is gonna shineAnd she'll be thereThis love of mineMy Valentine
What if it rained?We didn't care.She said that someday soonthe sun was gonna shineand she was rightThis love of mine,My Valentine

Gloomy Sunday Farklı Versiyonlar Farklı Hisler

Önce Emilie Autumn ile içimizi titretelim. Kederin damarlarınızdan şakağınıza doğru aktığını hissedin.
,


Sonra Heather Nova ile coşalım. Keder hiç bu kadar zevkli, okşayıcı olmamıştı.

31 Temmuz 2013 Çarşamba

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Guguk Kuşu ( One Flew Over the Cuckoo's Nest )


Bu yazıyı yazmak için, bu muhteşem filmi anlatmak için çok uzun bir süre bekledim. Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bulana kadar bekledim. Guguk Kuşu her ademoğlunun izlemesi gereken 1975 yapımlı bir film. Kitap uyarlaması olmasına rağmen barındırdığı yoğun hissiyatları sinemaya çok iyi aktarmış. Bunun için yönetmen Milos Forman'a ne kadar teşekkür etsek az. Ve Jack Nicholson... Bu adam var ya bu adam... Adam gibi adam... Yaptığı işe oyunculuk demek kalitesine hakarettir. Bu adam rolünü yaşar, bir külçe altın değerindeki hayatları önümüze sunar. Yakışıklılığı, karizması ve tarzı ile keşke dünyaya bir kez daha gelse dediğim insan. Daha ölmedi ama gençliğini özlüyoruz işte. Bazı insanlar dünyaya imzalarını o kadar derin atıyorlar ki asırlık rüzgarlar bile onu süpürüp silmeye yetmiyor. 


Filmin efsanevi müziği:

                              



One Flew Over The Cuckoo's Nest... Anlamı Guguk Kuşu'nun yuvasının üstünden biri uçtu. Kastettiği şey ise Deliler Diyarından Biri Geçti. Argoda Guguk Kuşu deli anlamına geldiğinden güzel bir başlık olmuş. Daha derine inersek eğer şöyle bir şey de var. Guguk Kuşları kuşlar familyasının en şefkat duygusundan yoksun kuşlarıdır. Anne guguk kuşu yavrusunu doğurduktan sonra onu diğer kuş türlerinin birine, yumurtaların arasına gizlice koyar. Yavru kuş büyüdüğünde ev sahibi yavruları öldürür ve yuvadan kaçar. Düzen böyle sürüp gider. Bu çok yerinde bir ironidir. Ken Kesey yazarlığını hakkıyla ortaya koymuştur. 


Filme baktığımızda guguk kuşu Mcmurphy ( Jack Nicholson ), kavga ve bir kaç sarkıntılık nedeniyle hapse düşen özgür ruhlu mahkumumuz , daha fazla içeride kalmak istemez. Kendini deli gibi göstererek geri kalan mahkumiyetini daha rahat bir yerde geçirmek ister. Eyalet Akıl Hastanesi bunun için idealdir. Bir kaç ay kalıp çıkacağını düşünürken hastanenin sıkıcı rutinine dayanamaz ve hem biraz eğlenmek hem de bu kaçıkları sevindirmek için Hemşire Ratched'e meydan okur.


Bu arada filmin başından beri sessiz ve hareketsiz bir hasta olarak Mcmurphy'nin dikkatini çeken hastamız Şef vardır. Sadece durarak hayatını sürdüren Şef'i tekrar harekete geçirmek isteyen Mcmurphy onunla konuşur, maç yapar, oynar anlayacağınız onu hayatın içine çeker.  Hemşire ile Mcmurphy arasındaki çekişme gerilimi arttırırken hastalar için Mcmurphy özgürlük anıtı haline gelmiştir. Gelin görün ki ilerleyen dakikalarda aslında hastaların kendi özgür iradeleriyle orada kalmak istedikleri öğrenilir. Yani özgürlüklerini kendi elleriyle feda etmişlerdir. Bu Mcmurphy'i çıldırtır. Onları kaçırır. Balık tutturur. Dünya kupası maçlarını izletir ama bu aptal hastalar hala özgürlük denen şeyi kabul etmemektedir. En sonunda dayanamaz ve bir kaçış planı yapar. İki kız ve bir kaç birayı hastaneye sokarak güvenlik görevlisini oyalar. Hastalar mest olmuş haldedir. Parti sabaha kadar sürer. Bu arada genç ve utangaç bir hastayı da kızlardan biriyle odaya kapatırlar. Bu utangaç hastamız için aslında en uygun tedavidir. 


Bu arada sabah olur. Herkes sızmış haldedir. Jack de kaçmaya fırsat bulamamıştır. Hemşire Ratched gelip onları bu halde gördüğünde işler çığırından çıkar. Utangaç hastamızı annesine şikayet etmekle tehdit edince o da kendini öldürür. Mcmurphy böyle bir zalimliğe dayanamaz ve Hemşire Ratced'in boğazına yapışır. Öldürmeyi başaramadan nöbetçiler onu yakalar. Şef ona yardım etmeye çalışır ama başaramaz. İkisi birlikte hastanenin özel koğuşlarından birine yerleştirilir. O sırada Mcmurphy Şef'in aslında gayet aklı başında biri olduğunu insanlara dayanamadığından deli numarası yaptığını öğrenir. 



Guguk Kuşu'muzun özgürlüğünü çekip almak için onu zorla kapatırlar. Mcmurphy'nin beynine elektrik verilip tüm hayati fonksiyonları öldürülür.


 Şef buna dayanamaz. Mcmurphy'nin böyle bitki gibi yaşamaktansa ölmeyi yeğleyeceğini bildiğinden bir yastıkla onu boğar. Ve hastaneden kaçar.  





 Film aslında normal birinin nasıl delirtileceğine güzel değinmiş. Konu desen o kadar çok yaraya parmak basıyor ki hangi birini seçsen tam olmuyor. Mcmurphy'nin içindeki anarşi duygularıyla, maymunlar toplumunu hayata çekmeye çalışmasıyla film tam bir başyapıt. Düzene karşı çıkıp otoriteyi yıkmak insanlığı şahlandırmak isterken özgürlüğünü kaybeden bir adamın hikayesi. Acıklı bir son. İnsanda isyan etme, çığlık atma hisleri dolup taşıyor. Düzen her zaman iyi bir şey değildir. Bunu da kanıtlıyor. Oyuncuların hepsi mükemmel. Deli rolü yapmak mı sanki hastaneden kopup gelmişler. Ve Hemşire Ratched... O soğuk yüzüyle otoritenin canlı bir timsali. 7 dalda aday 5 dalda Oscar ödüllü harika bir film Guguk Kuşu...



replikler.net'ten alıntılar aşağıda, buyrun:



  • Yolumdan çekil oğlum , benim oksijenimi kullanıyorsun.
  • Doktor: Son kez hapse girdiğinde ;15 yaşındaki bir kıza tecavüz etmekten girdiğin doğru mu?
  • Randle Patrick McMurphy: Kesinlikle doğru ama doktor 15 yaşında olmasına rağmen 35′inde gibi duruyordu ve bana 19′unda olduğunu söyledi ve bu iş için çok istekli olduğunu söyledi aslında bakın kızı görseydiniz kesinlikle 15 yaşında demezdiniz .Bence bakın bunun delilikle bir ilgisi yok, benim yerimde kim olsa bunu yapardı. Hiç bir canlı erkek bunu reddedemezdi. Bu yüzden hapse girdim ve şimdi de bana kahrolası bir sebze gibi davranmadığım için deli olduğumu söylüyorlar, bu benim umrumda bile değil eğer delilik buysa evet ben deliyim ama beni değiştirebileceklerini sanıyorlarsa gerçekten çok aldanıyorlar hepsi bu.
  • But I tried, didn’t I? Goddamnit, at least I did that. “ (McMurphy)
  • ” Denedim, değil mi ?. Goddamnit, en azından denedim. “
  • ” Hepiniz deli misiniz? “
  • Çok iyi sakiz çiğnerim.
Gelin bu harika filmi bir de beraber izleyelim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...